Eski Istanbul Kirmizi.jpg

Eski İstanbul'un Mesireleri-2

Resim-2-1.jpg

i1909 yılında Göksu mesiresi bir sel baskını yüzünden bir süre boş kalmıştır. Sürekli yağmurlar yüzünden taşan Göksu bendinin suları çevreyle beraber bütün çayın işgal ettiğinden buraları göl haline gelmiş, ancak bu suyun çekilmesinden sonra tekrar rağbet bulmuştur.

 

YUŞA TEPESİ

Yusa Kabir.jpg

Yuşa peygamberin kabri...

İstanbul'un şehirden bir hayli uzakta olmasına rağmen, rağbet gören mesirelerinden biri de Yûşa tepesiydi. Bu rağbetin sebebini, burada bulunan Hz. Yûşa' ya ait kabirde aramak gerekir. Beykoz çayınnda yapılan lonca törenlerinden sonra buraya çıkılır, Hz. Yûşa'nın kabri ziyaret edilirdi. Yaz aylannda da İstanbul'un dört tarafından gelen halk adakta bulunduktan sonra, ağaçlar altında Boğaz'ın ve Karadeniz'in nefis manzarasını seyrederek dinlenirler, burada bulunan Âb-ı hayat adıverilen sudan içerek susuzluklarını giderirlerdi. Ancak Beykoz'a yaklaşık olarak 4 kilometre uzaklıkta bulunan bu tepeye çıkmak, eski devirlede bir özel bir şekle tâbi idi. O zamanlar Yûşa'ya tek tek gidilmez, birkaç gün öncesinden civar köylere gelinip buralarda kalınırdı. Yûşa Hazretleri'ni ziyaret günü bu köylerde mahalleleri dolaşan bekçiler tarafından bekleyenlere duyurulurdu. Sütlüce'den sonra yaya veya öküz arabalan ile yolculuk başlardı.
Bundan sonrasını Sermet Muhtar Alus'tan dinleyelim:
«En keyiflisi öküz arabaları ile gidişti. Yanyana oturularak ayaklar öne doğru uzatılarak içine oturulur, beraberdeki yiyecekler arabanın arkasına bağlanırdı. Güneşin beyinlerinde kaynamaması için üzerinde tente geriliydi. Hep bir ağızdan şarkılar, türküler, söylöyerek gacur gucur yola revan olunur. Yalı köyünün meşhur çayırının kenarından geçilip sola sapılır. Bir müddet gittikten sonra yine sağa dönüp iki taraflı çınarlarla sıralanmış yol aşıldı mı, Tokat deresi denilen yere ulaşılır. İlk mola burada verilirdi. İshâkağa çeşmelerinden ayrılalı yanm saat geçmişti.
«Yine sağa düşen güzergâhtan, kestanelik bir ormana varılır. İkinci molada bir daha saatler yoklanır. Oraya kadar 45 dakika sürmüştür.
«Altmışıncı dakikada deniz yüzünden 180 metre yükseklikteki tepeye ulaşılırda. Dünya tabak gibi ayak altında. Bir tarafta ucu bucağı görünmeyen Karadeniz, bir tarafta boylu boyunca Boğaz, beride Marmara, adalar, İstanbul. Ötelerde dağlar, korular. Etrafın kuş bakışı manzarasına doyabilirsen doy» (Kaynak: Yûşa Tepesi, Akşam 4.10.1950.)
Yûşa tepesine çıkan ziyaretçiler, önce Yûşa Hazretleri'nin kabrini ziyaret edip adakta bulunduktan sonra, civarda bulunan ağaçlar altında oturur, burada çıkınlar çözülür.
180 metre yüksekliğindeki tepeye neden Yûşa adı verildiği bazı tarihçiler arasında anlaşmazlık konusu olmuştur. Bu. konuda iki iddia ileri sürülmektedir. Bu iddialardan ilkine göre, burada Yûşa Hazretleri'nin kabri bulunduğu için bu ad takılmıştır. Diğer iddiaya göre de tepenin toprağının killi oluşu yüzünden buraya killi anlamına gelen Yuğşa sözü ad olarak verilmiş, ancak bu söz zamanla söylene söylene Yûşa şekline bürünmüştür. Bugün askerî bir bölgenin içinde kaldığı için ancak izin alınarak gidilen Yûşa tepesine, Kanunî Sultan Süleyman bir yol yaptırmış ve sık sık ziyaretlerde bulunmuştu. Tepede aynca Sadrâzam Said Paşa'nın eseri olan bir mescit bulunmaktadır.

Yusa Cesme 800.jpg

Yuşa tepesindeki çeşme.

BEYKOZ ÇAYIRI

Gravur-0052.jpg

İstanbul halkı bir mesire yerinede...

Yûşa mesiresinin yanısıra Beykoz çayırı da güzel bir mesire idi. Burada Sultan İkinci Mahmud devrinde her yıl askerî ve diğer okul öğrencilerinin kır gezintilerine çıktığını, kendilerine kuzu ziyafetleri verildiğini görmekteyiz.
Beykoz'un bir diğer kayda değer yeri de Tokat Bahçesi'ydi. Ünü bütün Anadolu'yu tutan bu bahçenin yapılışı hakkındaki hikâye hemen hemen İstanbul'dan bahseden bütün eserlerde yer almaktadır. Rivayete göre Fâtih Sultan Mehmed 1458 yılında Beykoz içlerinde avlanırken kendisine, Mahmud Paşa'nın Tokat kalesini aldığı haberi getirilmiş, padişah bu haberden son derece memnun kalmıştı. Padişah bu memnuniyetin verdiği duyguyla, «Tez şurada bir güzel bir bina yapın ve ismine Tokat Bahçesi deyin, etrafına da avlanan hayvanların muhafazası için Tokat suruna benzer bir çit çekin.» demişti. Padişahın bu emri kısa zamanda yerine getirildi ve Tokat Bahçesi, Boğaziçi'nde padişahların sevdiği bir mesire oldu. Fâtih'ten sonraki padişahlar da zaman zaman buraya gelerek hem dinlendiler, hem de avlandılar.
Beykoz'un halk tarafından ziyaret edilen bir diğer yeri de Karakulak suyu idi. Akbaba köyü yakınında olan bu kaynaktan, bilinmeyen bir tarihte su içen Karakulak Ahmed adındaki şahıs, çektiği hastalıktan iyileşmiş, bu yüzden suyun şifalı olduğu inancı yaygınlaşmıştı. Bulanın adına ithafen Karakulak suyu adı verilen kaynaktan su içerek şifa bulmak isteyen hastalar, sık sık buraya gelirlerdi.

Bogazici.jpg

Bodğaziçi'ndan bir görünüm.

 

MESİRELERDE GEÇEN OLAYLAR

Gravur-0051.jpg

Üsküdar'da mesireye gitmek için hazırlanan kayıklar.


İstanbul mesireleri muhtelif yıllarda çeşitli tarihî olaylara sahne olmuştur. Bunlar arasında özellikle Lâle ve Sultan İkinci Mahrnud devirlerinde İstanbul'un en büyük iki mesiresinden bîri olan Kâğıthane başta geliyordu. Veliahtların sünnet düğünleri, çeşitli ülkelerin elçilerine verilen büyük ziyafetler ve esnaf loncalarının yıllık gelenemsel törenleri bir yana bırakılırsa, Kâğıthane 1808 yılında Sened-i îttifak'ın (*) burada imzalanmasıyle ayrı bir önem kazanmıştır.  Sultan İkinci Mahmud'un tahta geçmesinden sonra Kabakçı Mustafa isyanı dolayısıyle, devletin sarsılan otoritesini yeniden sağlamak, devletin iç durumunu düzeltmek için Alemdar Mustafa Paşa tarafından çağrılan meclis üyeleri ve hanedan mensupları. Kâğıthane'de toplanmışlardı. Bunlar arasında verilen emri dinlemeyen, halkına haksız davranışlarda bulunarak devlet otoritesini sarsan valiler de bulunuyordu. Alemdar Mustafa Paşa'nın başkanlığında devletin ileri gelen kişilerinden kurulu bu topluluk birkaç gün süren bu toplantıdan sonra, 29 eylül günü Sened-i ittifak adiyle tarihe geçen anlaşmayı imzaladı. Bu anlaşma ile devlet otoritesinin valilerin keyfî tutum ve davranışlarıyla sarsılması önleniyor, valiler İstanbul'dan gelecek emirleri dinleyip yerine getireceklerine dair söz veriyorlardı.
(*) Sened-i ittifak: II. Mahmud devrinde meclis azaları ile yapılan sözleşme (29 Eylül 1808)
Yine Kabakçı Mustafa isyanı ile ilgili önemli bir olay, İstanbul'un Boğaziçi'nde bulunan mesirelerinden birinde, Büyükdere çayırında geçmiştir. Baharın güzel günlerinde ve yaz aylarında kadınlı, erkekli kalabalığın iri çınarlar altında dinlendiği bu çayır 25 mayıs 1807 günü Kabakçı isyanının patlak verdiği yer sıfatını kazanmıştı. O gün, aylardan beri orduda devam eden yenileşme hareketine, muntazam ve disiplinli bir ordu olan Nizâm-ı Cedîd ordusuna karşı duyulan ilk hoşnutsuzluk duyguları açığa vurulmuş, Karadeniz Boğazı'ndaki kalelerin muhafızları çayırda toplanmışlardı. Muhafızlar, kendilerine giydirilmek istenen Nizâm-ı Cedîd askerlerine ait üniformayı giymeyeceklerini, bunun için gerekirse ölümü dahi göze aldıklarını söylediler ve kendilerine baş olarak Kabakçı Mustafa'yı seçtiler. Daha sonra yine aynı yerde Kur'ân üzerine yapılan yeminle Kabakçı Mustafa ve yandaşları şehre doğru yürüyüşe başladılar. Sultan Üçühcü Selim'in tahttan indirilmesi ile sonuçlanan Kabakçı isyanı böylelikle Büyükdere çayırında başlamış oluyordu.
Büyükdere çayırı, Edirne Anlaşması'yle sonuçlanan 1828 - 1829 Rus Savaşı sırasında, askerî birliklerimiz için bir sevk ve toplantı yeri olmuştur. Devrin hükümdarı Sultan İkinci Mahmud, o yıl Kurban Bayramı kabullerini, bu çayırda kurdurduğu bir çadırda yapmış, yine aynı yıl, yeni gelen ingiliz Büyükelçisiyle ilk defa burada görüşmüştü.
Mesirelerde tarihî olaylardan sonra halkın en çok dikkatini çeken şeylerden birisi de esnaf loncalarının yıllık, geleneksel toplantılarıydı. Her loncanın bu toplantılar için seçtiği ayrı bir mesire vardı. Örneğin Kanunî Sultan Süleyman devrinde kuyumcular Kâğıthane'de, terlikçiler ise Beykoz çayırında toplanırlardı. Bu nedenle günlerce önceden hazırlıklar yapılır, çadırlar kurulur, bu arada o esnafın malları da sergilenirdi.
Kuyumculann Kâğıthane'de yapılan toplantısında paha biçilemiyecek kadar değerli, çeşitli mücevherler sergilenir, bu arada çıraklıktan kalfalığa, veya kalfalıktan ustalığa geçen kişilere yeni ünvanları yapılan törenlerle burada verilirdi. Evliya Çelebi, Kanunî Sultan Süleyman devrinde yapılan böyle bir toplantıda bu güzel mesireye altı binden fazla çadır kurulduğunu, burasının bir insan denizinden farksız olduğunu anlatmaktadır. Bu toplantılardan sonra, devrin padişahına nadide mücevherler sunmak da, kuyumcular arasında yerleşmiş bir gelenemti.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, her yıl şehrin bir mesiresinde, esnaf loncalarının peştemal kuşanma törenleri yapılırdı. Çoğunlukla Çırpıcı, Veliefendi, Kâğıthane, Fenerbahçe, Çamlıca, Göksu, Sarıyer ve Beykoz'da yapılan bu törenlerde, esnaf lonca heyeti, bütün mensuplanyle hazır bulunurdu. Çıraklıktan ustalığa yükselecek kişinin yaptığı eserler, heyet huzuruna getirilir, yiğitbaşı bu eserleri orada bulunanlara göstererek gülbang (*) çekerdi. Daha sonra çırak, ustaları tarafından kâhyanın önüne götürülür, kâhya çırağa mesleğiyle ilgili öğütlerde bulunduktan sonra beline, ustalığını belirten peştemalı bağlardı. Derken, davullar, zurnalar çalınmaya başlar, ortada gezdirilen bir tepsiye herkes gönlünce bir miktar para atardı. Böylece yeni ustanın sermayesi de hemen oracıkta toplanmış olurdu. Tabiatıyle bu özel töreni yalnız o mesleğin mensupları değil, aynı zamanda semt sakinleri de ilgi ve heyecanla takip etmekteydiler, ilgi ve heyecanla diyoruz, çünkü törenin bitiminden hemen sonra çayırda türlü eğlenceler düzenlenirdi. Pehlivan güreşleri, davul-zurna eşliğinde yapılan gösteriler, çeşitli cambaz kumpanyaları buranın geleneksel eğlenceleriydi. Semiha Ayverdi, bu geleneksel peştemal kuşanma törenlerinin en sonuncusunun 1908'de yapıldığını, ondan sonra bu güzel âdetin kaybolduğunu «Boğaziçi'nde Tarih» adlı eserinde belirtmektedir.
(*) Gülbang: Âyin sırasında, saraylarda muayyen merasim sırasında hep bir ağızdan yüksek sesle okunan ilâhi veya dua.
Halkın toplu olarak eğlendiği mesirelerin ortak bir yanı da Hıdrellez günü buralarda yapılan eğlencelerdi. Baharın müjdecisi olarak kabul edilen Hıdrellez günü mesirelerde özellikle kısmeti çıkmamış genç kızlar için özel törenler yapılır, başlarında kilit açılır, daha sonra mâniler söylenirdi. Bu mânilerden çağımızın başına kadar gelebilen bir, ikisi şöyledir:
«Yemenimin yeşili
Sil gözünün yaşını
Bana müjdeler olsun
Şimdi buldum eşimi»
«Yemenim taralıdır
Kenarı oyalıdır
Dostlara haber verin
Sevdiğim buralıdır»
Hıdrellez günü mesireleri dolduran halk, içinde gümüş kuruşlar, çeyrekler bulunan keseleri ağaç dallarına asarak, Hızır İlyas'ın kendilerine bereket getirmesi dileğinde bulunurlardı. Büyük bahçeleri olanlar, bu geyeneksel törenleri kendi bahçelerinde, olmayanlar da, mesirelerde yapmaktaydılar.

KADINLARA MESÎRE YASAĞI

Gravur-0054.jpg

Saltanat kayığı ile devrin padişahı boğazda gezintide..

Bazı hafifmeşreb kadınlar yüzünden 1751 yılında İstanbullu kadınlar için mesire yasağı konuldu, İstanbul'un o devirde şehirden uzak sayılabilecek bazı mesirelerinde ahlâksız kadınlar, âşıklanyle buluşup, türlü eğlenceler düzenliyorlardı. Özellikle Çamlıca, Akbaba, Bendler, sık sık bu tür rezaletlere sahne olmaktaydı. Bu şekilde oluşan bir, iki olayın açığa çıkarılması, şikâyetlerin alabildiğine çoğalmasına yol açtı. Bunun üzerine 1751 tarihli bir fermanla (Sultan Birinci Mahmud devri) kadınların bazı mesirelere gitmeleri yasaklandı. Bu fermanda adları sayılan mesirelere kadın yolcu götüren arabacılara ağır cezalar verileceği belirtilmekteydi. Bu fermanda şu satırlar yer almaktaydı:
«Nisvan taifesinden bazılarının tenezzüh ve teferrüç bahanesiyle Üsküdar'dan Kısıklı, Bulgurlu, Çamlıca ve Merdiven-köyü'ne, bazıları dahi Boğaz'dan Tokat, Akbaba, Dereseki ve Yûşa'ya arabalarla gidip ve edeb ve hayayı atıp, envai şenaati irtikâb ettikleri ihbar olundu. Bundan böyle nisvan taifesinin arabalarla bu mesirelere gitmeleri yasak kılınmıştır. Gidenlerle, onları yasağa rağmen arabalarına alıp götürecek arabacılar, yakalandıkları gibi İstanbul'dan taşraya sürüleceklerdir.»

İSTANBUL'UN DiĞER MESİRELERİ

Adalar.jpg

Adalar, diğer bir mesire yeriydi..

İstanbul'da bulunan diğer belli başlı mesireleri şöyle sıralamak mümkündür:

SARIYER MESİRESİ:

Gravur-0029.jpg

Araba ile Kağıthane'ye gidenler.

Burada kabri bulunan Sarıbaba adındaki bir evliyanın adım alan bu mesire özellikle şifalı sularıyle ün salmıştır. Burada bulunan Çınar, Kestane ve Kızılcık sularının şifalı ve her derde deva olduğu inancı, Sarıyer'e her devirde rağbet gösterilmesine yol açmıştır. Fetihten önce Boğaz fenerinin bulunduğu ve ahalisinin balıkçılıkla hayatını kazandığı bu semt, fetihten sonra hızla gelişmiş, gerek halkın, gerek padişahların ilgisini çeken bir yer haline gelmiştir. Bilhassa kiraz mevsiminde padişahlar buraya uğramadan edemezlerdi. Padişahlar arasında başta I. Selim olmak üzere, Avcı Mehmed, IV. Sultan Murad, Sarıyer'e sık sık gelip gitmekteydiler. Bunlardan IV. Sultan Mehmed, saltanatı sırasında burada bir de av köşkü yaptırmıştı.
İstanbul halkı, Kâğıthane ve Göksu kadar olmasa bile, Sarıyer mesiresine de gelirdi. Hastaları olanlar, onlan şifalı sulara getirmeden edemezler ve beraberlerinde getirdikleri kaplara da bu sulardan doldurup götürürlerdi. Sanyer, bahçeleriyle de meşhur bir yerdi. Bilhassa Çelebî Solak bahçesinin ünü bütün İstanbul'u tutmuştu. Evliya Çelebî'nin anlattığına göre, Sanyer'den ayağını eksik etmeyen IV. Mehmed, buraya yaptığı gezintilerden birinde bu bahçeyi görür ve çok beğenir. Bahçe sahibini yanına çağınp şöyle der: «Ben Hadim-ül Haremeyn olduğum halde böyle bir cennet bahçesine sahip değilim». Sultan'ın bu iltifatına çok sevinen Solak Çelebi bahçeyi kendisine hediye etmek isterse de IV. Mehmed bu teklifi reddeder.


BÜYÜKDERE MESİRESİ


Gravur-0053.jpg

Salacak'ta Kızkulesi önünde balık tutanlar..

«Bu kasaba da II. Sultan Selim'in gittiğ bir yerdi. Bir dağlık dere içinde yapılmıştır. Burada çınar, kavak, servi, saikım ve söğüt ağaçları vardır ki, her biri gökyüzüne ulaşmış ulu ağaçlardır. Zeminine güneş ulaşmaz güzel bir yerdir. Her gün çemenzâr sofraları, namazgahlar ve birçok akarsularla süslü bir mesiredir. İşte böyle eşi bulunmaz mesire olduğundan, yanında Büyükdere kasabası kurulmuştur».
Evliya Çelebî'nin yukarıya aldığımız sözlerle övdüğü Büyükdere, çoğunlukla İstanbul'da bulunan yabancıların mesiresi olmuştur. XVII. asırda, burada bulunan köy, hızlı bir gelişme kaydetmiş, aranan bir mesire haline gelmiştir. 1835 yılında burada Rus, Hollanda sefaretlerinin yazlık binaları ile, Rusya baştercümanmın iki büyük yalısı bulunduğunu Halûk Şehsuvaroğlu, «Asırlar Boyunca istanbul» adlı eserinde belirtmektedir. Yine Şehsuvaroğlu'nun belirttiğine göre, Büyükdere' de bulunan çeşitli sular da hayır sahipleri tarafından çeşmeler yaptırılarak halkın istifadesine sunulmuştur. Bunlar arasında tadı en iyi olanı Kocataş suyu idi.
Büyükdere çayırında halk topluca eğlenir, bu arada yeniçerilerin Tokmak oyununu ilgiyle izlerlerdi. Av meraklısı padişahlar için Büyükdere, bir cennetti. Buraya giden herkes yalnız Büyükdere'de eğlenmekle kalmaz, kasabaya yakın olan Belgrad köyü ve bentlere de uzanırdı. Belgrad ormanı ve bentler, bugün de İstanbul'un sevilen mesirelerindendir.

EMİRGÂN MESİRESİ

Boğaz'ın Rumeli yaasında bulunan bu mesirede, ileri gelen devlet adamlarının köşk ve yalıları bulunuyordu. Hammer, Osmanlı Tarihi'nde, XV. asırda burada bulunan ve sahibinin adına izafeten «Feridun Bahçesi» denilen bahçede, büyük eğlenceler düzenlediği ve bu eğlencelerde, saray kadınları ile birlikte devrin ileri gelenlerinden İbrahim Paşa'nın da hazır bulunduğunu yazmaktadır.
IV. Murad devrinde Emirgân'da Yusuf Paşa'ya ait köşkün geniş bahçesinde düzenlenen eğlencelere padişah da katılırdı. IV. Murad bu tür eğlencelere gelirken kıyafet değiştirir, tanınmamaya bilhassa dikkat ederdi. Bu eğlenceler sazlı, sözlü olur, devrin musikişinasları, en yeni bestelerini burada, padişah huzurunda okurlardı. III. Selim devrinde burada devlet erkânından bazıları köşk ve yalılar yaptırdılar.
İstanbul mesireleri sadece bu anlattıklarımızdan ibaret değildir. Adalar, İstinye, Çamlıca, Fenerbahçe, Kuşdili ve Veliefendi çayırlan, Yakacık ve Kayışdağı da, her devirde İstanbul'un sevilen mesireleri arasında yer almıştır.

Kaynaklar:

1-İstanbul’un Mesireleri. Ertan Önal. Hayat Tarih Mecmuası, Ekim 1969, Sayfa: 55-61, Kasım 1969, Sayfa: 31-38.

2- "Mir'at-ı İstanbul" Mehmed Raif

Mesire-08 Kucuksu.jpg

Göksu kasrının önünde bir boğaz vapuru.

____________________________________________________________________________________

Eski İstanbul'un Mesireleri-2

Eski İstanbul'un Mesireleri-1

Eski Istanbulda Dayak

ESKİ İSTANBUL'DA BERBERLER

ESKİ İSTANBUL'DA OYUNLAR

ESKİ İSTANBUL'DA ARABALAR VE ARABACILAR

ESKİ İSTANBUL'DA BAKKALLAR

ESKİ İSTANBUL'DA TULUMBACILAR VE YANDAN ÇARKLI İTFAİYE VAPURLARI

ESKİ İSTANBUL HAYATINDA ÇİÇEK VE ÇİÇEKÇİLİK

Çayın Tarihi ve Çay Türkiye'ye Nasıl ve Ne Zaman Geldi?

Tütün ve Enfiye İstanbul'a Ne Zaman Geldi? Eski İstanbul'da Kahveler

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 13)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 12)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 11)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 10)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 9)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 8)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 7)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 6)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 5)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 4)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 3)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 2)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 1)

Eski İstanbul (Bölüm 28) SON Eski İstanbul (Bölüm 27)

Eski İstanbul (Bölüm 26) Eski İstanbul (Bölüm 26) Eski İstanbul (Bölüm 25)

Eski İstanbul (Bölüm 24) Eski İstanbul (Bölüm 23) Eski İstanbul (Bölüm 22) Eski İstanbul (Bölüm 21)

Eski İstanbul (Bölüm 20) Eski İstanbul (Bölüm 19) Eski İstanbul (Bölüm 18) Eski İstanbul (Bölüm 17)

Eski İstanbul (Bölüm 16) Eski İstanbul (Bölüm 15) Eski İstanbul (Bölüm 14)

Eski İstanbul (Bölüm 13) Eski İstanbul (Bölüm 12) Eski İstanbul (Bölüm 11)

Eski İstanbul (Bölüm 10) Eski İstanbul (Bölüm 9)

Eski İstanbul (Bölüm 8) Eski İstanbul (Bölüm 7) Eski İstanbul (Bölüm 6)

Eski İstanbul (Bölüm 5) Eski İstanbul (Bölüm 4) Eski İstanbul (Bölüm 3)

Eski İstarbul (Bölüm 2) Eski İstarbul (Bölüm 1)   Nusretiye Camisi

   İstanbul Namazgâhları-6   İstanbul Namazgâhları-5   İstanbul Namazgâhları-4

   İstanbul Namazgâhları-3   İstanbul Namazgâhları-2   İstanbul Namazgâhları-1

   Yeni Cami Hünkâr Kasrı   Cami Alemleri   Sadaka Taşları

   Eb-ced Hesabı ve Tarih Düşürme   Sıbyan Mektebleri

   Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 3)   Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 2)

   Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 1)


Çeşitli Konular

Bu bölüm çeşitli tarihi konulara yer verilecektir. İlk olarak zaman içerisinde bütün İstanbul'daki tarihi eserlin tahrib olmasına sebep olan "İstanbul Depremleri" yazısı verilmiştir.

© 2011-2019 | H.Veysel Güleryüz