İmparator Konstantin’in (Konstantinos) yaptırdığı sur, İstanbul’un yalnızca beş tepesini çevreliyordu. Bu sur Samatya yakınından başlayıp Ese Kapı Camisi (71) yanındaki eski Yaldızlı Kapı’ya gelirdi ki bu kapının ismi daha sonra Yedikule’deki Yaldızlı Kapı’ya verilmiştir. Oradan Diyos (Dius) manastırı yakınından ve Likus (Lycus) (Bayram Paşa ve Yeni Bahçe Deresi) vâdîsinden geçerek Fatih tepesine çıkar ve oradan da Plate Amazi (Platea Mesa) denilen Unkapanı kapısına inerdi. Bu surlardan günümüzde ancak bazı duvar parçalarına rastlanılmaktadır.
(71) Cerrahpaşa hastanesi yanında bulunan ve uzun süre harabe halinde duran ve 14. yüzyıla ait bir kiliseden çevrilen Ese Kapı Camisi (Diğer adı İsa Kapısı Mescidi’dir) 2018 yılında yeniden yapılıp ibadete açılmıştır. Yanında İbrahim Paşa medresesi bulunmaktadır.
Konstantin (Konstantinos) bu surun korunmasını kırk bin adetlik Got askeri müfrezesine bırakmıştı.
Daha sonra İkinci Teodos’un (Theodosios) hükümdarlığı zamanında bu surun dışında oluşanan mahalleleri de şehir içine alarak korumak gerektiğinden surun genişletilmesi gerektiği görüldü.
O devirde İstanbul valisi olan Antamiyus (Anthemios) 412 yılında bir iç duvar yaptırdı. Daha sonra bu duvar depremden etkilendiğenden, 447 yılında Sirus Konstantin (Cyrus Konstantinos) ismindeki vali de bu duvarları tamir edip bir kat duvar daha eklettirerek, hendekleri biraz daha ileriye açtırdı. Günümüzde gördüğümüz sur ve henekler bunlardır.
Mösyö Şalomberje (Schulumberger) eserinde diyor ki: «Bu surlar Roma surlarından daha muhteşem daha şiirsel ve daha heybetli, Karkason (Carcassone) ve «İak-Mort» (Aigues Mordes) şehri surlarından daha geniş ve daha önemlidir.»
Şehri koruyan bu surların tümü bir üçken şeklndeydi. Deniz tarafında bulunan duvarlar kulelerle güçlenmdirilmiş yalnızca bir sıra surdan oluşmaktaydı. Oysa ki kara tarafında bulunanlar daha önemli ve daha sağlamdı. Sekizgen, altıgen ve kare olan bu kuleler, su dolu geniş hendeklerle desteklenmiş üç sıra savunma duvarlarından oluşmaktaydı.
Sağda üçüncü sur ve kuleleri, ortada ikinci sur ve kuleleri ve solda ise birinci savunma hattı hendeği.
İstanbul’un kara tarafında İkinci Teodos (Theodosios) surlarından bir kısmının kesiti.
(Milince’nin (Millingen) eserinden)
İkinci Teodos suralarından aynı kısmın ön taraftan görünüşü.
[Milince’nin (Millingen) eserinden]
İkinci Teodos surlarından gene aynı bölümünün plânı.
Marmara’nın suları Yiyi (Pigi) (Balıklı) kapısına kadar hendekleri doldurduğu gibi Haliç suları da Velakerna (Blakhernae) sarayı yakınında bulunan bir köprüye kadar ulaşırdı. Bu iki noktadan itibaren zeminin deniz seviyesinden daha yukarıda olması nedeniyle hendekler yağmur sularıyla dolardı. Savaş zamanında hemen yıkılan ahşap köprülerle iki kıyısı birbirine bağlanmıştı. Askeri kapıların önlerinde köprü yoktu. Günümüzde bulunan taş köprüler İstanbul’un fethinden sonra yapılmışlardır.
Teodos (Theodosios) tarafından yaptırılan duvarlar, Marmara Denizi kıyısından Velakerna (Blakhernae) sarayına kadar uzanıyordu. Tekfur sarayı ile Haliç arasında bulunan kısım diğerlerinden daha fazla güçlendirilmiştir. Velakerna (Blakhernae) sarayı dört sıra duvarla çevrelenmişti. İç duvar, saray yeniden inşa edildiği zaman, Anastas (Anastase) tarafından yapılmış ya da Avarlar’ın hücumuna dayanabilmesi için şehri güçlendirmiş olan Herakliyus (Heraklios) tarafından yapılmış olması olasıdır. Bu son olasılık daha güçlüdür. Dördüncü sıra korunağı oluşturan sur dizisi bir taraftan Mahkeme (şimdiki Tekfur Sarayı) binasına ve diğer taraftan İzak Lanj’ın (İsaak l’Ange) kulesinde uzanan, sağlam bir şekilde yapılmış duvarardan ibaretti.
Velakerna (Blakhernae) tepesi bir duvarla iki bölüme ayrılmıştı. Birincisi saray ile Kaligarya (Caligaria) mahallesini içermekte, ikincisi de Haliç’e ulaşan bölümünü içeriyordu. Bu son bölümde Panaiyakon Velakerna (Panaiakon Blakhernae) ile «Aya Nikola» ile «Aya Periskos (Priscus)» ve Aya Petro ile «Ayos Markos» kiliseleri vardı ve Herakliyos’un (Heiraklios) hükümdarlığı zamanında yapılan iki sıra duvarlarla korunmaktaydı. Herakliyos (Heraklios) tarafından yaptırılan duvarların dışarısında kalmış olan Aya Nikola ve Aya Periskos (Priscus) kiliselerini koruyabilmek için Beşinci Ermeni Leon, daha sonra bu duvara bir ikinci duvar daha ekledi.
Dört kenardan oluşan bu kısmın içinde bugün bir ayazma vardır. Bu kısma günümüzün topografya uzmanları tarafından Pantapirkiyon (Pentapyrgion) denilmekteyse de Bizans’ın resmî devlet tarihçileri tarafından bu isimle bilinen hisarın, Peropontid (Peropontide) denizinin kenarında bulunan büyük sarayın eklentilerinden olduğu söyleniyor. Duvarların uzunluğu on altı kilometre olup çeşitli şekillerde, sayıları dört yüz adetten çok olan kulelerle pekiştirilmiştir. Bunların çoğunluğu dört köşe şeklindedir ve bazıları altı ya da sekiz köşeli ve bazıları da yuvarlaktır. Bunların içinde birkaç kat vardı ve bu katlarda duvarların içinden, oyulmuş taş veya tahtadan yapılmış merdivenlerle çıkılırdı. Her kulede top ve büyük taşlarla diğer savaş malzemeleri vardı.
Duvarlar depremler nedeniyle ve düşman ordularının hücumuyla bir çok kez harap duruma gelerek, Bizans imparatorları tarafından ve özellikle Teofil’in (Theophilos) yardımıyla yeni başdan onarılmış olduğu, bu kulelerin üzerindeki taş kitabelerden anlaşılmaktadır. İstanbul’un fethinden sonra bu kuleler birkaç kez onarılmış ve güçlendirilmiştir. Bu nedenle duvarların Topkapı civarındaki bazı kısımları dışında kalanlarının günümüzdeki harp durumları, savaşın sonucu olarak kabul edilmelidir. Yakından incelenecek olursa bu durumun zaman ve depremlerin oluşturduğu tahriplerle oluşmuş olduğuna inanmak gerekir.
Bu kuleler içinde bazıları sahne oldukları tarihi olaylar nedeniyle dikkate değerdir.
Bunlar arasında Rumlar’ın Pentapirkiyon (Pentapyrgion) (Beş Kule) dedikleri Siklopiyon (Cyclobion) (bugünkü Yedikule) kalesi söylenilebilir.
O devirde bu kalenin beş kulesi olduğundan Rumlar tarafından Pentapirkiyon (Pentapyrkion) olarak isimlendirilmişti. Osmanlı padişahları tarafından onarılarak iyileştirilip, o zamanki adet gereğince savaş ilan edilen zamanlarda elçilere hapishane yapılmıştır.
Altın kapı denilen kapının iki tarafındaki dört köşe kuleler Bizans zamanındandır. Şehrin merasim kapısı olup «Avre Aporta» (Aurea Porta) yani bâbı âlî (yüce kapı) veya bâbı muhteşem (görkemli kapı) ve diğer adıyla «Hriso Porta» (Chrysoporta) Yaldızlı Kapı ya da Altın Kapı denilen bu kapı imparatorların veya askerin savaştan dönüşlerinde şehre girdikleri zafer kapısı olup çoğu kez onarım görerek şeklini değiştirmiştir. Daha önceleri üç gözlü bir zafer tâkı (72) şeklinde olan bu kapının bugün her iki tarafı örülü olup ortada küçük bir kapı bırakıldığı görülmektedir. Bu kapıyı koruyan iki adet dört köşe şekilli kuleler mermer taşlarının birbiri üzerine istiflenmesiyle yapılmıştır. Bunların içlerinde taş odalar ve zindanlar vardır. Bu kapının ilerisinde ve bugün hatalı olarak Yaldızlı Kapı denilen yerdeki kapı sonradan yapılmıştır. Kale içerisinde bulunan kulelerden ikisi 1470 yılında Sultan İkinci Mehmet Han tarafından eklenmiştir.
(72) Zafer takı: Tâk-ı zafer. Tarihî bir olayı, zaferi anmak veya gelecek olan büyük birini karşılamak için kurulan kemerli yapı
Yedikule ve Yaldızlı Kapının İstanbul dışından görünüşü.
Yabancı ülke sefaretlerinden getirilen mahpuslar 1768 yılına kadar bu kulelerin zindanlarında hapsediliyordu. Bu tarihde hapse atılmış olan Rusya elçisi Mösyö Obresko’nun (Obreskow) hastalanması üzerine diğer elçiler padişaha dilekçe vererek bundan sonra hapiste olanların kale içerisinde bulunan bir evde otrmalarına izin verilmesini istemişlerdi. Hisar içinde on kadar ev, bir ağa, bir kethüda ve altı bölükbaşı ve yaklaşık elli kadar askerden oluşan koruma askerleri olup bunlara özgü bir de cami vardı. Napolyon zamanında Fransa hükûmetinin Der Saadet (73) sefiri olan general Sebastiyani (Sebastiani) Mösyö Obresko’nun (Obreskow) ülkesine dönebilmesi için padişah tarafından izin verilmişti. Bu kalenin, Yanya başkonsolosu olup uzun süre buradaki hapishanede yatan Mösyö Pokvile (Pouquevill) tarafından verilen açıklama üzerine planı çizilerek Mösyö Melling’in eserine eklenilmiştir. Bu plan incelendiğinde duvrlarının içerisinde bulunan yapıların durumu hakkında bir fikir oluşur.
(73) Der Saadet: Baykent olan İstanbul.
Yedikule kalesinin içindeki kulelerden biri.
Selimberya (Selymbria) (Silivri) Kapısı civarında Konstantin (Konstantinos) kulesi adıyla bilinen bir kule bulunur. Bu kulenin duvarları içerisine gömülmüş kırmızı renkte mermerden yapılmış altı sütun görülmektedir. Buradan biraz ileride Sen Romen (Saint Romain) kulesi vardır. Likus (Lycus) Bayram Paşa deresinin şehire girdiği yerde de Türkler tarafından Sulukule adı verilen bir kule vardır.
Bundan sonra Andronik (Andronikos) ve Vasil (Basileus) kuleleri gelir. Manuel tarafından yaptırılmış duvarlara ait İsaklanj (Isaac l’Ange) kulesiyle hapishane olarak kullanılmış olan Anemas kulesi tanınmıştır. Bunun bu isimle anılması Kandiye kralının oğlu olan «Aleksi Komnen»’in (Aleksios Komnenos) hükümdarlığı zamanında buraya hapsedilen Mihal Anemas’a (Michel Anemas) ilişik olduğu söylenmektedir.
İsaklanj (Isaac l’Ange) kulesinin dış yüzeyinde üç pencere ile bir balkonu olup diğer yüzünde ise yalnız birer pencere vardır. Güney tarafındaki pencereden duvarların üstündeki yola çıkılabilir ve kuzeydeki pencereden de Anemas kulesinin devriye yoluna geçilebilir. Günümüzde bu kulenin hemen çok yakınlarında görülen duvar kalıntıları Velakerna (Blakhernae) kısmını saraydan ayıran duvarlardır. Türkler’in İstanbul’u fethi sırasında Bizans’ın son imparatoru Türk ordusunu bu kuleden izlemiştir.
Marmara kıyısındaki kulelerin tanınmışlarından birisi de Marmara Kulesi veya Mermer Kule denilen kuledir ki Bizanslılar tarafından zindan olarak kullanılmıştır.
Kıyıda bulunan bu kulenin temelleri Marmara’nın suları içine kadar girer. Bu kule Makedonyalıların hükümdar sülaleleri zamanındandır. Rum yazarı Niketas Akomyat’ın (Nicetas Acominate) anlattığı zindan bu kule içindedir. Mahpusları en azap verici işkencelerden geçirdikten sonra denize attıkları delikler günümüzde de görülmektedir.
Bu kulenin yanında günümüzde harap durumda olan bir kule daha vardır ki Türkler tarafından Arap Kulesi denilmiştir. Burası bir zamanlar sikke basımı için kullanılmıştı.
Bu kulenin batı tarafında Taş İskelesi denilen bir iskele vardır ki eskiden Balıklı manastırına gitmek için denizden Yedikule’ye gelen imparatorların gemilerinin yanaşmasına özgüydü.
Marmara kıyısında Mermer Kule.
Yazarlar tarafından hemen her zaman anlatılan kulelerden biri de Mangan Kulesi’dir.
Saraybunnu’nda ve Akropol civarında olduğu bilinen bu kulenin bugün yerini doğru olarak göstermek olanak dışıdır.
Galata tarafına gelince oradaki kulelerin en tanınmışı şehrin tepesinde ve son noktasında bulunan ve İsa Kulesi denilen Galata Kulesi’yle Kurşunlu Mahzen ve eski kemer tarafına rastlayan ve bugün mevcut olmayan Salib Kulesi (Galata Kalesi) idi. [74]
[74]Bu kuleleri Eski Galata kitabımızda anlatacağız.
Teodos (Theodosios) surlarının Yedikule tarafından görünüşü.
Eb-ced Hesabı ve Tarih Düşürme
Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 3)
Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 2)
Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 1)
Elektronik Dünyazı Yazıları için aşağıdaki linklere tıklayabilirsiniz.
Sitemizde yer alan "Elektronik Böcek" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.
Sitemizde yer alan "Sivrisinek Kovucu" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.
Sitemizde yer alan "LED Süsleri" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.
Sitemizde yer ayan "LED'lerle İki Devre" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.
Sitemizde yer ayan "LED'li Göstergeler" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.
©2011- 2019 | H.Veysel Güleryüz
Bu bölüm çeşitli tarihi konulara yer verilecektir. İlk olarak zaman içerisinde bütün İstanbul'daki tarihi eserlin tahrib olmasına sebep olan "İstanbul Depremleri" yazısı verilmiştir.
© 2011-2019 | H.Veysel Güleryüz