"Eski İstanbul" kitabının Osmanlıca baskısının birinci sayfası..
Kapak yazılarının günümüz Türkçesiyle içeriği...
İÇİNDEKİLER
Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Halil Bey Efendi hazretleri tarafından sunulan övgü yazısı
Bizans tarihiçisi Mösyö Şarl Dil (Charles Diehl) tarafından armağan edilen giriş yazısı
Dr. Mordtmann'ın Celâl Esad'a Mektubu
BÖLÜM 1
Bizans. Tarihsel Bilgi.
1. Osmanlı Fethine Kadar Şehrin Târihi
2. Sultân İkirci Mehmet Han ve Fetih Hazırlıkları
3. İstanbul'un Fethi
BÖLÜM 2
Bizans'ın Topografyası.
1. Dâireler
2. Sokaklar ve Meydanlar
3. Bizans’ın Çevresi
4. Adalar
5. Surlar ve Kuleler
6. Kapılar
7. Haliç Surlarının Kapıları
8. Marmara Surlarının Kapıları
BÖLÜM 3
Bizans Sanatı ve Yapıları.
1. Bizans Sanatı
2. Bizans Kiliseleri
Ayasofya
Aya İrini Kilisesi
Küçük Ayasofya Camisi
İmrahor Camisi
Kariye Camisi
Blakhernae Kilisesi
“Aya Andrea” Koca Mustafa Paşa (Sünbül Efendi) Camisi
Theotokos “Meryem” veya “Aya Theodore”
“Tiron” Kalender Camisi
“Aya Theodosia” Gül Camisi
“Pammakaristos” Fethiye Camisi
3. Bizans Sarayları
Büyük Saray
Bukoleon Sarayı
Magnaura Sarayı
Blakhernae Sarayı
Konstantinos Porphyregennetos Sarayı
Hipodrom (At Meydanı)
Octogone veya Tetradision
4. Bizans Hamamları
5. Abideler
Büyük Theodosios'un Dikilitaşı
Burmalı Sütün
Örme Sütun (Mıknatıslı Sütün)
Konstantinos Sütunu (Çenberlitaş)
Arkadios Sütunu
Markianos Sütunu (Kız Taşı)
Gotlar Sütunu
İustinianos'un (Jüstinyen) Heykeli
6. Su Kemerleri ve Sarnıçlar
Bizans Evleri
Bizans Zamanına Ait Yapılar ve Terihleri
Bizans Yapılarıyla Aynı Devirde Yapılan Binalar
Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Halil Bey Efendi hazretleri tarafından sunulan övgü yazısı
Öteden beri eski eserler bilimi ile ve özellikle bunun Bizantiyen devrine ait bölümüyle meşgul olan Celâl Esat Bey incelemelerinin sonucu olarak eski Bizans ile Osmanlılar’ın zamanına ait İstanbul şehrinin târihcesiyle topografyasını ve bütün eski eserler ve güzel yerlerini içermek üzere «Konstantiniye» adıyla meydana getirdiği resimli güzel eserinin yayınlanmasını herkes gibi ben de cidden alkışlamışdım. Bu eser aslında Türkçe yazılmış olduğu halde o zamanlar dilimizde bastırılması mümkün olamadığından yazarın kendisi tarafından Fransızca’ya tercüme edilerek dört yıl önce Paris’de yayınlanmıştı. Hattâ ilgili büyük ilim adamlarından Mösyö Dil (Diehl) ve Doktor Mortiman (Mordtmann) gibi değerli kişiler bile bu eseri değerli bularak başına biri uzun bir giriş yazısı, diğeri bir mektup koyarak içeriğinin önemini okuyucusuna bildirmiş olduklarından bu konuda fazla bir şey söylenemez. Bu kez Celâl Esat Bey Efendi eserlerinin aslı olan Türkçe’sini de yayınlamayı başardığından dolayı kendisini kalpten samimiyetimle tebrik ederim. Bu konuda yazılmış ilk ciddi kitaptır. Bütün İstanbullular’a ve İstanbul hayranlarına bu değerli armağanı veriyorlar ki elimizde güvenilir bir kılavuz olacağı gibi ulusal tarihî eserlerimizin dikkatle korunması konusunun önemine de etkisi olacağını kesinlikle umarım. Celâl Esat Bey Efendiye bundan dolayı da teşekkür borçluyuz.
Halil Ethem
Yazarın Fransızca olarak yayınladığı kitaba Paris Üniversitesi hocası ve tanınmış Bizans tarihiçisi Mösyö Şarl Dil (Charles Diehl) tarafından armağan edilen giriş yazısı
İstanbul’a ait [yabancı dillerde] pek çok bilimsel ve güzel kitaplar yazılmıştır. Bunların bir kısmı çok kısa ve diğer kısmı da özellikle İstanbul’un eski eserleriyle ilgilenen uzmanlara özgü olacak şekilde ayrıntılıdır. Celâl Esat Bey’in eseri bu iki sınıf eserin ortasında bulunuyor. İşte eserin başlıca temeli ve üstünlüğü ve hatta diyebiliriz ki yeniliği bu özelliği nedeniyledir
Celâl Esat Bey bu eseriyle dahi, uzman konumundan çok şimdiye kadar bu konuya ilişkin olarak yapılmış olan inceleme ve araştırmaların tümünü bilen bir bilgin konumunda bulunduğunu gösteriyor. Eseri, Bizans hakkında elli yıldan beri oluşa gelen bilimsel incelemenin, değerli sonuçlarını içeren yararlı bir özetidir.
Yazar kendi ülkesinin durumunu ve göreneklerini yabancılardan çok bildiği ve bazı yerlere girmek için kolayca izin alabildiğinden Sultan Ahmed Câmisi çevresindeki evlerin bahçelerinde bazı kazılar yaparak Bizans Sarayı’nın temellerini incilemediğinden dolayı belki de biraz üzgünüz.
Fakat Celâl Esat Bey’in eserini araştırmalar ve buluntulara ayırdığı ve bu eserde ancak eski Bizans’a ait tarihsel bilgiyi ve eski eserleri doğrudan özetlemek ve anlatmak amacıyla toplamak istediğinden bunu tümüyle başarmış ve Mösyö Mortiman (Mordtmann)’ın haritasından daha ayrıntılı ve tamam bir Bizans haritası yaparak düşüncemize göre Bizans’ın eski durum ve şeklini geniş açıklamalar ve çeşitlilikle yaşatmıştır.
Eserde doğal olak bazı eksiklikler, bazı hata ve noksanlar var olduğu gibi batılılarca da biraz garip görülecek kadar fazla milliyetçilik gösterilmiştir.
(1908) yılındaki devrimden önce bu gibi geniş çapta yapıları ve eski eserleri incelemenin ve hattâ resimlerini çekmenin ne kadar zor ve hatta suç olduğu ve hiçbir desteğe sahip olamadığı düşünülürse, yazarın bu konuda rastladığı zorluklara karşı sarf etdiği gayret göze çarpar.
Şimdiye kadar İstanbul’da bulunan Rum uzmanları ile batının Fıransız, Alman, İngiliz bilginleri Bizans’a ait bilimsel incelemeyi kendilerine maletmiş gibiydiler.
Eski eserler konusunda Hamdi Bey’in yaptığı gibi şimdi de bir diğer Osmanlı’nın bilimsel inceleme alanında kendi ülkesine bu şekilde bir yer kazandırması sevinçle karşılanılacak bir durumdur.
İtiraf ederim ki bu kez de bu eserin Fransızca olarak dilimizde yayınlanması beni bir kat daha sevindirmiştir.
Yazarı, kendi eserinin Türçesinden tercüme etmişdir. Aynı zamanda, bu tercümenin değerini eserin incelenmesinden anlayacak ve ihtiyacımız olup da bizde mevcut olmayan büyük bir eseri yazdığından dolayı Celâl Esat Bey’e müteşekkir kalacağız. Bize, Hıristiyanlık Bizansı ile Müslüman İstanbul’un tarihsel devirlerini içindeki şanlı görünüşü ve azameti ve eserlerindeki güzelliği gösteren bu kitap, çok açık, doğru ve gereksiz derecede uzun olmamakla beraber ne bir kılavuz kadar sade ve ne de bilimsel inceleme ve araştırmada bulunacakların ihtiyacı olmayacak kadar yüzeyseldir.
Şarl Dil (Charles Diehl)
Kitabın Fıransızcası hakkında Bizans ve eski eser bilimi uzmanlarından Doktar Morkiman (Mordtmann)’in gönderdiği mektubun tercümesidir.
Büyükada, Ağustos 1907
Celâl Esat Bey’e
Azîzim.
Çoktan beri özellile bir eksikliği gideren İstanbul hakkındaki açıklamalı eserinizi tam bir beğeni ile okudum.
Bizans devri ile onu izleyen dört yüzyılı içeren böyle mükemmel eseri meydana getirmeye bir buçuk yüzyıldan beri Hammer ve Skarlos Bizantiyos (Scarlatos Byzantios)’dan sonra kimse cesaret edememişti. Şu son seneler içerisinde birçok uzmanın geride kalan eserlerle Bizans topografyasını incelerek bu bilime yepyeni bir şekli vermişlerdi. Siz de son beş yüzyıldan berı oluşturulan önemli eserleri inceleyerek Hammer ve Skarlatos Bizantiyos (Scarlatos Byzantios) tarafından bırakılan boşlukları tamamlamış bulundunuz. Eserinizde on beşinci yüzyıldan öncesine kadar olan devir hakkında yapılan araştırmaları özetledikten sonra herkesin hayretini çeken Osmanlı mimari eserleri hakkında geniş açıklama toplayıp bunların bir de gerçek târihçesini yaptınız ve Osmanlı mimarlık sanatının sahip olduğu her zaman artan isteğe karşıt düşen kıymetli bilgiyi içeren bir eser oluşturmak üstünlüğünde bulundunuz. Eserinizden dolayı candan teşekkürlerimle tebriklerimi kabul etmenizi rica ederim.
Doktor Mortiman (Mordtmann)
Konu 1 -Tarihsel Bilgi
Atina ve Roma şehirleri kadar meşhur olan ve Osmanlı fethine kadar Bizans adıyla anılan İstanbul, gerek siyasal yeri, gerek coğrafi konumu dolayısıyla Orta Çağ’ın en büyük ve en önemli bir medeniyet merkeziydi.
Bizanslılar bu şehire Byzantion, Nea Roma (Yeni Roma), Konstantinoposis (Constantinopolis) bile derlerdi [1]
[1) Daha sonraları Araplar bu şehri Kostantiniye ve Ferok diye adlandırmışlar ve Türkler de İslâmbol, Der-sa’adet, Der-âliye ve Asitâne isemleriyle adlandırmışlardır. Fakat asıl genel olarak kullanılan ismi İstambul’dur ki bu da Bizanslılar’ın fetihden önce (şehirde) anlamında kullandıkları ve bâzı yazarlara göre de Constantinopolis kelimesinin hafifletilmişi olarak kabul edilen Stin-polis’den geldiği anlaşılıyor.
İstanbul, Avrupa ve Asya kıtaları gibi en önemli iki kıtanın ve Boğaz İçi ile Marmara Denizi ve Haliç gibi güzellikleriyle seçkin olan üç denizin birleştiği noktada bulunur.
Dünyada hiçbir şehir bu kadar benzersiz bir coğrafi konuma, bu kadar önemli bir ticari konnuma sahip değildir.
Doğada benzerine ender rastlanılan Boğaziçi tarih öncesi zamanlardan beri insanların dikkatini çekmiş ve bu güzel ülkeyi elde etmek için bir çok kavgalar, savaşlar olmuştur.
Boğaziçi’ne Bizanslılar Bosporus (Bosphoros) derlerdi. Bu tanımlama Yunanca öküz anlamında olan (Bouç) ile geçit anlamında olan (Popoç) kelimelerinden geliyor. Yani Öküz Geçidi deniliyor. Bu şekilde tanımlamanın kaynağını aramak için Yunan Mitolojisine göz atmak gerekir. Söylentiye göre Argolid (Argolis) hükümdarı İnakhos’un kızı, Yunanlıları tanrısı olan Zeus yani Jüpiter tarafından sevilerek onu bir buzağı şekline sokmuş ve bundan haberi olan eşi Juna’nın kızgınlığından kaçarken Bogaziçi’ni bir kıyıdan diğerine yüzerek geçmiş imiş [2].
[2] İnakos (İnakhos) bir Fenikeli olup bir süre Mısır’da oturduktan sonra birçok Mısırlı, Fenikeli ve Araplarla birlikte Mora yarımadasına gelerek İsa’nın doğumundan 1850 sene önce bir devlet kurmuş ve bu devlete Argolid (Argolis) adı verilmiştir. Bir söylentiye göre de Döküleyon (Deucalion) tufan zamanında dağa çıkmış ve daha sonra devleti oluşturmuştur. Yarı tanrı sayılan bu kralın İyo (İo) isminde bir kızı olup Yunanlıların tanrısı Zeus (Jüpiter) bu kızla sevişmek için ve eşi olan Hera (İuno) bunu kıskandığından Jüpiter onu saklamak üzere buzağıya dönüştürmüş. Hera bu gizemi anlayınca bu buzağıyı istemiş ve Jüpiter de reddedememiş. Hera buzağıyı Argos’un gözetiminde hapsetmiş. Merkür isimli tanrı ise yüz güzeli bekçisini düdükle uyutarak kafasını kestikten sonra İyo (İo)’yu kurtarmış. Bundan haberi olan Hera, İyo’ya bir karasinek musallat etmiş ve çaresiz prenses bu sinekten kurtulmak için bütün dünyayı dolaşmış ve sonunda Mısır’a kadar gelmiş ve sanki Mısırlılar’ın İziz (İsis) diye andıları tanrı bu imiş.
İyo’nun eski ressamlar tarafından yapılmış, inek halinde birçok tabloları vardır.
Boğaziçi Yunanlılar’ın Pont-Oksen (Pont-Euxin) dedikleri Karadeniz ile Propontis dedikleri Marmara Denizi’ni birbirine bağlar.
Fenikeliler Karadeniz’e kuzey denizi anlamında Aşkenas (Achkenas) derlerdi. Bizanslılar bu deyimleri Oksinos (Euxinos)’a dönüştürmüşlerdir. Bunun Rumcada anlamı ise misâfirperver demektir. Hâlbuki gemiciler için çok tehlikeli sayılan Karadeniz’e misâfirperver deyiminin denizin perisini kızdırmamak için üstü kapalı olarak söylenilmiş olması akla gelmektedir. Fenikeliler için Karadeniz çok ürkütücü ve tehlikeli bir deniz sayılır ve orada seyahate çıkanlar ölümü göze alırlardı. Hattâ boğazın civarında bulunup bizim Garipçe dediğimiz köye onlar Garibdiz (Charybdis) yâni derinlik veya ölüm kapısı derlerdi. O zamanki yazarlar Boğaziçi’nin Çanakkale boğazıyla beraber Dokaliyon (Deucalion) zamanındaki bir tufan sırasında açıldığı fikrindeydiler. [3]
[3] Yunan mitolojisinde Dokaliyon (Deucalion), Promete (Promethaus) denilen yarı tanrının oğlu ve Pirra (Pyrrna)’nın eşidir. Bunlar zamanında büyük bir tufan olmuş ve bu nedenle onlardan başka yeryüzünde insan kalmamış. Bunlar Parnas dağı üzerine sığınmışlar ve tufandan sonra gaibden gelen emir gereğince yerden aldıkları taşları arkalarına attıkça, Dokaliyon (Deucalion)’un attıklarından erkek ve Pirra’nın attıklarından kadınlar oluşmuş ve böylece dünyayı yeniden yerleştirmişler. Yazarlar mitolajide geçen bu tufanı İsa’nın doğumundan 1600 sene öncesine bağlıyorlar.
Gerçekten Boğaziçi’nin doğal durumuna bakılırsa burasının Üçüncü Devirde yanardağ etkisiyle açılmış olduğuna karar vermek gerekir.
«Boğaziçi»’ne eski Yunanlılar «Simplgari» yani biribiriyle çarpışan kıyılar adını vermişler ve boğazdan ilk kez mitoloji kahramanlarından Ereklis’in (Herkül) ve sonra «İason»’un ve «Argonaut [4]»’lerin geçtiğinden bahsetmişlerdir. Bu kahramanların, boğazın darlığından ve çıkıntıların içeriye ve dışarıya uzamasından dolayı, geçmenleri çok güç ve zahmetli olmuştur [5].»
[4] [Yunan mitolojisinde Teselya’da Pilyüon (Pelion) dağının ağaçlarından (Aladin ağacı) Argu adında bir gemi yapılarak Gelus yakınında bulunan eski İvlegus (Euligus) iskelesinden bu gemi ile Karadeniz’e sefere giden kahramanlara «Argonafetis (Argunautes)» adı verilmiştir ki anlamı «Argu seferberleri» demektir. Yukarıda adı geçen Argunaut’ların başkanı, İolkos şehri soyundan İyason (İason) idi. Bu seferden amaçları Gürcistan kralının elinde bulunan sırma tüylü keçi postunu ele geçirmekti. Mitolojideki söylentiye göre Boğaziçi’nin her iki sahili Argonat (Argunaut)’ların gelişine kadar bibirleriyle çarpışırken Argu’nun geçişinde çarpışma ve uğraşmaları son bulmuştur. Bu sölentiden de anlaşılıyor ki eski Yunanlılar Boğaziçi’ni yakından görmeden ve iyice bilmeden girintilerini abartarak birçok örneklerle süslemişlerdir] Târih-i Sultan Mehmed Hân-ı Sânî: Karistovelos: Karolidi.
[5] Târih-i Sultan Mehmed Hân-ı Sânî: Karistovelos. Târin-i Osmânî Encümeni Mecmuası. 2 sahife 21.
Karadeniz’in boğaza yakın kıyılarında rastlanılan bazalt sütunları ve mağaralar, her iki kıyının tabakları arasındaki benzerlik ve ilişki, arazinin volkanik olduğuna kuşku bırakmayan bu arazi bölümünün birçok doğal olaylardan etkilendiğini gösterir.
Karadeniz’in tarih öncesi bir göl olduğunu düşünürsek bu gölün suları toprağın hareketinden etkilenerek çöken Boğaziçi vadisini izlemeye başlamış ve böylece Marmara ve Akdeniz’le kavuşması sağlanmıştır.
Boğaziçi’nde akıntılar her zaman Karadeniz’den doğru gelir. Bu akıntılar Sarayburnu’nda ikiye ayrılarak biri Marmara Denizi’ne diğeri de Galata önlerinde Haliç’den gelen suların karşı koymasıyla geri dönmek üzere Haliç’e doğru akar. Boğazın boyu 27 kilometredir. Eni en geniş 3.200 ve en dar 550 metredir. [Rumeli ve Anadolu Hisarı arası]. Boğaziçi’nin derinliği ise en çok118 metredir. Haliç’in eski ismi Hırisokeras (Chrylso Keras)’dır. Altın anlamına gelen (chryso) ve boynuz anlamına gelen (keras) kelimelerinden oluştuğu görülür. Buna daha sonraları ve hattâ günümüzde Avrupalılar Altın Boynuz anlamında (Korn dor) Corna d’or derler [6].
Yazar Esterabon (Strabon) (Lib.VII,6) buna boynuz denilmesinin nedenini Haliç’in Kağıthane ve Alibey Köyü sularıyla beraber bir geyik boynuzuna benzerliğinden olduğunu söylediğini, Çihaçef (Tchihatchef) «Bosphore» isimli eserinde anlatıyor. Gene aynı yazar Yunan mitolojisindeki İyon (İon)’un kızı olan Karaesa (Karaessa)’ya dayandırılarak verildiğini anlatılan söylentiyi de doğru bulmuyor.
Herhalde en büyük gemileri bile barındırmaya uygun olması deniz ticaretince önemi nedeniyle altın ve şekli için de eskiden beri taşınan keşkül (7) ve boynuza benzerliği nedeniyle Altın-Boynuz anlamında Hırisokeras (Chrylso Keras) adı verildildiği sanılmaktadır.
[6] Haliç yaklaşık on bir kilometre kadar uzun ve ortalama olarak 450 metre enindedir. En derin yerini Çihaçef (Tchihatchef)«Bosphore» isimli eserinde 34 metre olarak veriyor.
(7) Keşkül: Eskiden dervişlerin ve dilencilerin kullandıkları hindistan cevizi kabuğu veya abanozdan yapılmış kap, dilenci kabı.
İstanbul tarih öncesi zamanlarda bile bir yerleşim yeriydi. Kuruluşu Megaralılar’a dayandırılan Bizans şehrinde daha önceleri Trak toplumu yerleşmişti [8].
Vaktiyle Kalkedonya Chalcédonie denilen şimdiki Kadıköy çevresinde ise Fenikeliler yerleşmişti. Bunların Moda’da bir ticaret iskelesi vardı.
Kadıköy denilen Kalkedon ismi Fenike dilinde Yeni Şehir anlamında Khalki don deyiminden geldiği sanılmaktadır.
Kadıköy’ün bir ismi de Haliç’den önce anlamında Perokeratis (Prokeratis)’dir. Yunanlılar tarafından kurulan ve yapılan Kadıköy, Boğaziçi’nin bütün Anadolu kıyısına hâkim olan küçük bir devletin yönetim merkesiydi. Platon’un öğrencilerinden olan Yunan filozofu tanınmış Ksanokerat, İsa’nın doğumundan (406) yıl önce burada doğmuştur.
Kadıköy, İran hükümdarı Dara’nın ordusu tarafından işgal olunduktan sonra İsa’nın doğumundan 74 sene önce Romalılar’a geçmiş ise de arası çok geçmeden Romalılar’a savaş ilan eden Pontus hükümdarı yedinci Mihridad (Mithridates) tarafından zabt edilmişdir.
Roma İmparatorluğu zamanında bir süre bağımsızlığını korumayı başaran Kadıköy daha sonra İskitler (Scythe) tarafından işgal olunmuş ve sonunda Bizanslılar’a geçmiştir. İran ordusunun (610 ve 626) İstanbul’u kuşatması sırasında Keyhüsrev ve askerleri tarfından zabt edilmiş daha sonra gene Bizanslılar’a geçmiştir.
[8] Sonradan Maltepe, İç Erenköyü ve Moda ile Yarım Burgaz’da tarih öncesi çağlara ait mağaralar, tümülüsler ve hicret devrine ait çakmak taşından yapılmış alet ve takımlar bulunmuştur. Hatta Rumeli demir yolu hattının yapımı sırasında eski Bizanslılar’ın akropolü olan Topkapı sarayı içinde siklop devrine ait duvarlara rastlanılması buraların Bizanslılardan önce yerleşik olduğuna bir delildir.
Anadolu kıyılarında bulunan Beykoz, Kolkida’ya (Kolkhis) seyahat eden Argonatlar (Argonautlar) zamanında bile tanınmış bir şehir idi. İstanbul’un yapılmasına gelince, İsa’dan 658 yıl önce Megara [9] şehri halkı yeni bir ülke oluşturmak için seçeecekleri yer hakkında hatifden (10) bilgi istemişlir. Bunlara «Körlerin memleketi karşusında» denilmiş. O zaman Megaralılar, başkanları Bizas (Byzas) komutası altında İstanbul’a kadar gelmişler ve şimdi Topkapı Sarayı’’nın bulunduğu yere çıkarak, oradan Kadıköylüler’in bu güzel yerde bir şehir yapmayıp da Kadıköy’ün yerini seçmelerindeki hatalarından dolayı kendilerine kör gözüyle bakarak «İşte hatifden gelen sesin dediği körler memleketi şu karşısıdır ki onlar bu yerin güzellik ve yararlılığını görememişler» diye o yerde bir şehir oluşturmasına karar vermişlerdir. Fakat bu hikayenin doğruluğuna inanılamaz. Megaralılar’ın burada bir şehir oluşturmalarından önce burası ıssız ve tenha bir yer olmayıp milattan sekiz yüz yıl kadar önce burada Yunanlılar bulunuyordu.
Tarihsel hikayelerin bize verdiği anlatımlara göre Bizans şehri mîlattan 658 yıl önce yani hicretten 1241 sene önce Megaralılar tarafından oluşturulmuştur. Bu şehrin coğrafi durumu çok çabuk gelişme ve yükselmesine neden olmuş ve az zaman süresince diğer Yunan şehirleri derecesine gelmiştir.
[9] Megara şehri Yunanistan’da Korint (Korinthos) kanalı civarında Megaris denilen küçük bir devletin yönetim merkeziydi (başkenti).
(10) Hatif (gaib): Sesi işitilip de kendisi görülmeyen, seslenici, çağırıcı. gaipten haber veren melek.
İlk olarak bir kral tarafından yönetilen Bizans hükumeti daha sonra asiller ve daha sonra da oligarşi (12) aracılığıyla yönetilmiştir.
Bizans şehri Avrupa ile Asya kıtalarının geçit yerinde bulunması nedeniyle İsa’nın doğumundan beş yüzyıl önce İranlılar’la Atinalılar arasında başlayıp süren Mediya (Media) savaşlarının etkisine uğramış ve bu nedenle çok zarar görmüştür.
İran hükümdarı birinci Dara (Darius) bütün ordusuyla Anadolu Hisarı’na kadar gelerek oradan gemiler üzerinde kurduğu bir köprü ile Rumeli kıyısına geçmiş ve Bizanslılar’ın terk ettikleri Bizans şehirlerini kuşatarak zabt etmişti. Bizans, İranlılar’ın yönetiminde çok süre kalmadı. Milattan 479 yıl önce oluşan Plate savaşını izleyerek Ispartalılar’ın komutanı Pozaniyas (Pausanias) tarfından zapt olundu. «Oligarşi» sûretiyle yönetilen Bizans hükümeti o zamandan beri Yunanistan hükûmetleri arasında süre gelen iç çekişmelerin etkisinde kalmıştı. Atinalı General Simon, Bizans şehrini Lasedamonyalılar’ın (Lakedaimonialılar) elinden almış ise de az zamanda Atinalılar sınır dışı edilmişti.
Mîlattan 408 yıl önce gene Atina generallerinden tanınmış Alkibild (Alcibiade) bu şehri daha sonra kıtlık ve pahalılık etkiyle zabt etmiş ve fakat gene Ispartalı Lizandr’ın (Lysandre) elde etmesi üzerine Bizans şehri Lasedamonyalılar’a (Lakedaimonialılar) iade edilmişdi.
O zaman yönetim şekli «Demokrasi» tarzına dönüşen Bizans, Atinalılar’la Ispartalılar arasında süregelen bu savaşlar sırasında daima kuvvetli olan tarafa yönelmeleri sayesinde varlıklarını koruyabilmişti.
Makedanya hükümdarı Filip (Philippos), Bizans’ı Prentiyenler’e (Perinthoslular) yardım etti diye kuşattığı zaman Yunanlılar asker göndererek (milattan önce 340) tarihinde şehri kurtarmışlardı. [11]
[11] Filip’in (Philippos) İstanbul’u kuşatması sırasında bir karanlık gecede ay ışığının (mehtabın) oluşmasıyla düşman ordusunun şehre yaklaştığı görülerek savunma yapılmış ve böylece kurtarılmış olduğundan, o zamandan beri Bizanslılar’ın bayraklarında hilali kabul etmiş oldukları, bazı kitaplarda görülüyor. Osmanlıların hilali, fetihden sonra kabul etdiklerine dair kesin delillere rastlanılmamıştır. Fakat herhalde Osmanlılar’ın da fetihden önce hilali taşıdıklarına dair târih kitaplarından bir sonuç çıkartılabilir.
(12) Oligarşi: Siyasî gücün birkaç kişilik bir grubun elinde toplandığı yönetim, aristokrasinin daralmış biçimi, takım erki.
O zamanlar Yunanistan’ın bütün şehirleri iç savaşlardan yorulmuş ve tükenmeye başlamıştı. Yalnız Bizans, kendi sağlam duvarları ve her zaman kuvvetli tarafı tutmak gibi akıllı politikası sayesinde eski durumu ve konumunu koruyabilmişti. Romalılar doğu savaşları sırasında Bizans hümümetinin bağımsızlığını kabul etmişler ve yalnız boğazdan geçen gemilerden Bizanslılar’ın aldıkları vergiyi almakla yetinmişlerdir. Bizans, birkaç yüzyıl bağımsızlığını korudu. Roma imparatoru Vespasiyen (Vespasien) Sisam, Rodos ve diğer bazı yerlerin Roma’ya katılımı sırasında Bizans’ı da Roma eyaletleri arasına aldı.
Hıristiyanlığın yayılması için ilk olarak İstanbul’a gelip Galata tarafında dini yayan ve Ruslarca adı çok büyük bir saygıyla anılan azizlerden Sent Andre’nin (Saint Anderas) İstanbul’a gelmesi bu zamanlara rastlar.
Bizans bir Roma eyaleti sırasına geçtikden sonra eski durumunu muhafaza etmişse de Roma generallerinden Septim Sever (Septimus Sevèrus) diğer Roma generali Peseniyus Niger’le (Pescennius Niger) kıskançlıktan doğan savaş sonucunda Bizans’ı kuşatmıştır. Tarihte çok meşhur olan bu kuşatma üç yıl sürmüş ve İstanbul halkı fareleri ve hatta ölenlerin atlarını bile yemek durumuna gelmişlerdir. Kadınlar yay yapmak için saçlarını kesmişler ve sonunda şehir dayanamıyarak kapılarını açmıştır.
Septim Sever (Septimus Severus) şahrin koruyucularını, düşman tarafını tuttuklarından dolayı, kılıçtan geçirmiş ve Bizansın tüm hukukunu elinden almış ve hattâ Roma İmparatorluğunun Asya barbarlarına karşı en önemli bir engelini oluşturan şehrin surlarını tümüyle yıktırarak yerle bir etmiştir.
Septim (Septimus) daha sonra bu hareketinden pişman olmuş ve oğlu Karakalla’nın (Carakalla) önerisi ve isteği üzerine şehri yeniden inşaya karar vermiştir. O zaman inşaata başlanmış ve yeni yeni sokaklar açılarak yeni saraylar, hamamlar ve kaleler inşa edilmiştir. O vakit Bizans şehri Roma İmparatoru Mark Avre’nin (Marcus Aurelus) manevi babası Antonen (Antoninus) ismine dayanarak Antoniyon (Antonion) olarak anılırdı. [13]
[13] Topkapı Sarayı Müzesi’nde Antonya (Antoninia) ismi kazılı taş parçaları vardır.
________________________________________________________________________________________
Eb-ced Hesabı ve Tarih Düşürme
Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 3)
Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 2)
Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 1)
Elektronik Dünyazı Yazıları için aşağıdaki linklere tıklayabilirsiniz.
Sitemizde yer alan "Elektronik Böcek" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.
Sitemizde yer alan "Sivrisinek Kovucu" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.
Sitemizde yer alan "LED Süsleri" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.
Sitemizde yer ayan "LED'lerle İki Devre" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.
Sitemizde yer ayan "LED'li Göstergeler" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.
©2011- 2016 | H.Veysel Güleryüz
Bu bölüm çeşitli tarihi konulara yer verilecektir. İlk olarak zaman içerisinde bütün İstanbul'daki tarihi eserlin tahrib olmasına sebep olan "İstanbul Depremleri" yazısı verilmektedir.
© 2011-2016 | H.Veysel Güleryüz