Osmanlılarda Sıbyan Mektebleri, bir ilköğretim kurumu olarak bilinmektedir. Bunlar, Mahalle Mektebi, Taş Mekteb, Mekteb‐i İbtidaiye ve Sıbyan Mektebi adlarıyla da bilinmektedir.
Sıbyan mektepleri Osmanlı’nın her yöresinde en yaygın eğitim-öğretim kurumu olarak yer almaktaydı. Bunlar, daha çok ya bir cami ya da mescidin yahut bir hayır kurumunun yakınında bulunurdu. Bunlarda okula başlama yaşı, genelde 4+4+4 yöntemine göre oluşturulmuştu. Yani bir çocuk 4 yıl, 4 ay ve 4 günlük olduğunda, artık onun Sıbyan Mektebi’ne başlama zamanı gelmiş sayılırdı. Doğal olarak çocuğun bu yaşta okula başlamasına çocuğun ailesi ile eğitim verecek olan hoca karar verirdi. Okula başlama yaşı 10 yaşına kadar olabilirdi.
Sıbyan mekteplerinin amacı çocuklara okuma yazma öğretmekten ibaretti. Bununla beraber dinin âdap ve erkânı ile Kur'an okuması da öğretilirdi.
Çinili Külliyesi'nin sıbyan mektebi. Günümüzde çoçuk kütüphanesi olarak kallunılmaktadır.
Osmanlı’daki sıbyan mekteplerinin programları başlangıcından itibaren çeşitli değişikliklere uğramış ve gelişmeler göstermiştir.
Sultan İkinci Bayezid’in, İstanbul'daki külliyesine ait vakfiyesinde sıbyan mektebinin programında, muallimhâneye tayin edilecek hoca ve halifenin, çocuklara Kur'an okumayı ve bazı ilmihal bilgilerini öğreteceği belirtilmiştir.
Daha sonra programa yeni dersler eklenilmiştir. Sultan Birinci Mahmud'un vakfiyesinde muallimhâneye bir de hat hocası tayin edilmiş ve hat dersleri de verilmeye başlanılmıştır.
Sultan Birinci Abdülhamid’in vakfiyesinde Babıâli'deki Hamidiye Mektebi'nde Arapça ve Farsça öğretimi de programa alınmıştır.
Üsküdar'daki Mihrimah Sultan Külliyesi'nin sıbyan mektebi.
Sultan İkinci Mahmud’un bir fermanında, öncelikle zorunlu olarak din bilgilerin öğretilmesi şart koşulmuştur. Buna göre programa göre hocalar, çocukları iyi bir şekilde okutup onlara Kur'an tâlim ettirecekler, ardından çocukların kabiliyetine göre tecvid, ilmihal okutulacak, İslâm'ın şartları ile dinî kurallar öğretilecektir.
Sıbyan mekteplerine hoca olanlar, bir mahallenin şeref ve haysiyet sahibi olan kişileri arasından seçilirdi. Bir hocanın, şeref ve haysiyetine uymayan yerlere gitmesi, şöyle dursun, halk arasına girip oturması ve mahalle dedikodularına karışması bile hoş görülmezdi.
Eyüp'deki Şah Sultan sıbyan mektebi ile sebili, çeşmesi ve türbesi..
Sıbyan mekteplerinde eğitim yönteminin başında «hece» gelirdi. Alfabe karşılığı olan elifba’daki harfler, çeşitli hece tekerlemeleri ile ezberletilirdi. Bazı hocalar da harflerin şekillerini tarif eden tekerlemeler öğretirdi. Aşağıda bir örnek yer almaktadır:
«Elif» oklava gibi, «Be» çanak gibi, «Te» ona benzer,«Se» ona benzer, «Cim» karnı yarık, «Çim» ona benzer, «Ha» ona benzer, «Hı» ona benzer, «Dal» ın beli bükük, «Zel» ona benzer, «Rı» çengelli, «Ze» ona benzer, «Sin» üç dişli, «Sın» ona benzer, «Sat» tava dudaklı, «Dat» ona benzer, «Tı» bacaklı, «Zı» ona benzer, «Ayın» ağzı açık, «Gayın» ona benzer...
Çocuklara noktalı noktasız harfler de şöyle ezberletilirdi: «Elif» de nokta yok, «Be» altında bir nokta, «Te» üstünde iki nokta, «Se» üstünde üç nokta, «Cim» karnında bir, «Pe» altında üç nokta, «Çim» karnında üç nokta, «Ha» da nokta yok, «Hı» üstünde bir nokta...
Yeniçeri asker ocağında olduğu gibi sıbyan mekteplerinin de bir “gülbank”ı vardır. Bu gülbank'in metnini bir makaleden almaktayız.
Allah Allah innallah
Cellül cebbar, muînüssettâr, hâlikul leylü vennehâr, lâyezâl, zülcelâl, birdir Allah.
Erin erliğine, Hakk'ın birliğine, dîn-i mübin uğruna şehîd olan gaazilerin aşkına diyelim bir Allah.
Allah Allah dâim hay (3 defa)
Evveli Kur'ân, âhırı Kur'ân
Tebârekellezî nezzelel fürkaan
Eli kan, kılıcı kan
Sinesi üryan, ciğeri püryân
Dîn-i mübîn uğruna şehîd olan
Gaaziler aşkına diyelim bir Allah!
Allah Allah dâim hay (3 defa)
Evveli gaza, âhırı gaza
İnâyet-i Huda, kasd-i âdâ
Dîn-i mübin uğruna şehîd olan
Gaaziler aşkına diyelim bir Allah
Allah Allah dâim hay (3 defa)
Hacılar, gaaziler, râvîler
Üçler, yediler, kırklar
Gülbang-i Muhammedi, nûr-i Nebi, kerem-i Alî
Pirimiz hazret-i Osman Zinnûreyn-i Velî
Gerçekler demine devrânına hû diyelim
Hûuuuuuuuuuuu
AMİN ALAYI
Sıbyan mektebine başlayan bir çocuk için yapılan ve "Amin Alayı" denilen merâsimde, ziyâfet verilir, hocaya hediyeler sunulurdu. Sıbyan mektebindeki diğer çocuklara da şekerlemeler, simitler, şerbetler, lokumlar dağıtılırdı. Çocuk, tıpkı bir sünnet çocuğu gibi süslenir, yepyeni elbiseler giydirilir, altınlar, mücevherler takılır, sırmalı cüz ve elifba kılıfı boynuna asılırdı. Sıbyan mektebindeki çocuklar, yeni başlayacak çocuğun evine gelir, ilâhilerle, âminlerle çocuğu akrabâlarının da katıldığı bir törenle alıp mektebe götürürlerdi.
Mütevffa ressam ve karikatürist Münif Fehim'in fırçasından bir Âmin Alayı. Kaynak: Hayat Tarih Mecmuasi 1968 Şubat Sayısı.
İLÂHÎLER
Sıbyan mekteplerinde dinî terbiye her şeyin üstünde tutulduğu için çocuklara ilâhîler ezberletilip bir çeşit çocuk korosu halinde bir ağızdan okutturulurdu. Çocuğun, müzik adına mektepte öğrendiği şey, bu ilâhîlerden ibaretti. Çocuklara ezberletilen ilâhîlerden çoğu da Yûnus Emre ile Niyazi'den seçilmişti. Bunları ezberleyen ve okuyan çocuklar ne basit ve ne de mecazî anlamlarını bilemezlerdi. Örneğin:
Sinen içre nûr-i zikrîle uyandır bir çerağ
Ol çerâğın şûlesiyle görüne dîdâr-ı Hak
gibi bir beyit 5-6 yaşındaki bir çocuğun anlayamayacağı bir metin olmasına rağmen bunu ezberler ve okurdu.
Mütevffa ressam ve karikatürist Münif Fehim'in fırçasından bir sıbyan mektebinde ceza uygulaması "Falaka". Kaynak: Hayat Tarih Mecmuasi 1968 Şubat Sayısı
YOKSUL ÇOCUKLARIN MEKTEPTE KORUNMASI
Asırlar boyunca sıbyan mekteplerinde eğitim parasız yapılmıştır. Özellikle padişahların, sultanların, vezirlerin ve büyük servet sahibi kimselerin hayır eseri olarak yaptırıp açtıkları sıbyan mekteplerinde okuyacak yoksul çocuklar için yardım olanakları düşünülmüş ve mekteplere bunu sağlayacak vakıflar yapılmıştır. Hattâ padişahların ve sultanların yaptırdıkları mekteplerde bu yardım, çocuklar arasında sınıf farklılıkları gözetilmeden bütün öğrenciler için sağlanmıştır.
Mektepte okuyan yoksul çocuklar, hem yiyecekleri ve hem de giyim kuşamları bakımından gözetilmişlerdir.
Birkaç örnek verilim: Sultan İkinci Bâyezid'in vakfiyesinde, yetim ve fakir çocuklardan bu padişahın mektebinde okuyanlara her gün sabah ve akşam iki öğün ve her bir çocuk başına bir kap olmak üzere etiyle ve ekmeğiyle beraber yemek verileceği yazılıdır.
Fındıklı'daki Zevkî Kadın sıbyan mektebi ve çeşmesi.
Kanuni Sultan Süleyman'ın vakfiyesinde de, mektebinde okuyan fakir çocuklara giyim ve kuşam bedeli olarak onar akça yevmiye verilmesi ve ayrıca iki bayramda da birer kat esvap verilmesi yazılıdır. İmarette pişen yemeklerden de her gün birer kap yemek verilmesi, ayrıca kaydedilmiştir.
Şeyhülislâm Es'ad Efendi'nin vakfiyesinde ise fakir talebeye verilecek giyim eşyasının cinsi belirlenmiştir; örneğin bir çocuğa senede bir defa «boğası» denilen kumaştan bir kapama, bir fes, bir kavuk, bir mintan, bir zıbın, bir kuşak, bir çift mest pabuç ve pabucu için de 10 akça nalça parası verilmesi yazılıdır.
SIBYAN MEKTEPLERİNİN BAHAR GEZİNTİSİ
Sıbyan mekteblerinde, çocukların neşe ve eğlence hakkı da düşünülmüş ve senede en az bir kez, bahar bayramı kutlamaları için vakfiyelerinde, mektepçe toplu olarak gezinti masrafını karşılayacak paralar ayrılmıştır. Bu kır gezintileri, vakfiyelerinde masrafı karşılanmamış olan mekteplerde de her yıl semtin zenginlerinin yardımı ile mutlaka yapılmıştır.
Kır gezintileri, mektep hoca ve kalfalarının nezaretinde yapılırdı. Çeşitli çocuk oyunları oynanır, ilâhîler okunurdu. Bir mektebin gezintiye gidip gelmesi, o semt için de bir bayram günü olurdu ve genellikle çocukların aileleri de mektebin gideceği mesireye giderlerdİ. Semtindeki bir mektebin senelik kır gezisini himayesi altına almış bir zengin, çocuklarla ailelerine güzel bir kır ziyafeti verirdi. Masrafı, vakfiye şartı ile karşılanmış mekteplerde de bu ziyafet vakfın mütevellisi olan kimse tarafından verilirdi.
BİR SIBYAN MEKTEBİNİN YAPISI
Genellikle sıbyan mektepleri tek odalı ahşap ya da kargir binalardır. Binanın önü sokağa bakar ve arka tarafında küçük bir bahçe bulunurdu.
Öğrencilerin su içme, tuvalet gibi ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli olan çeşme, hela, depo gibi mekânlar ise bahçe tarafındaki avluya yerleştirilirdi.
Genellikle kare şeklinde olan bina kubbeli geniş, büyük bir oda; yanında hoca ile kalfanın odası ile mümkün olduğu kadar geniş bir avluya sahipti. Eğer mektebin yanında hayır sahibinin bir camii veya mescidi varsa, onun helası ile çeşmelerinden faydalanılırdı.
Üsküdar'daki Gülnûş Emetullâh Vâlide Sultan (Yeni Valde Sultan) Külliyesinin avlu kapısının üzerindeki sıbyan mektebinden iki görünüm.
Bazı dershanelerin girişinde küçük bir saçakla korunan, kiminde ise daha geniş, yarı açık bir derslik şeklinde olan, bazen bir giriş önü mekânı bulunurdu.
Sıbyan mektepleri genelde zeminden yüksek (fevkanî) olarak yapılır ve ders odası ile dershaneye, genelde bir kaç basamak merdiven ile çıkılırdı. Böylece çocukların daha havadar bir yerde oturmaları sağlanır ve rutubetten korunurdu. Kubbe veya ahşap çatıyla örtülen bu yapıların duvarları kargir veya ahşap iskeletliydi.
Çoğunluğu kare planlı olan sıbyan mekteblerinin girişinde sütunlara dayanan küçük kubbeli veya revaklı bir bölüm bulunmaktaydı.
Örnek olarak verdiğimiz, Çinili Külliyesi’ndeki sıbyan mektebinde ise birinci kattaki dershaneye avludan üstü açık bir merdivenle çıkılmaktadır.
Sultan Ahmed Camii'nin avlu duvarına bitişik Sultan Ahmed Sıbyan Mektebi.
Zeminden yükseltilmiş mekteplerde dershaneler genellikle kubbeyle örtülüdür. Bunlardan biri olan Sultan Ahmed Külliyesi’nin sıbyan mektebinin kubbesi bir depremde yıkılmış olduğundan günümüzdeki görünümü ahşap çatılıdır.
Fevkanî (zeminden yüksek) olan sıbyan mekteplerinde musluk ve helalar dershanenin alt katında veya kat sahanlığında yer almaktadır.
Dershanenin zemini taş, tuğla veya tahta döşeli olur, fakat üstüne muhakkak bir hasır serilir, çocuklar, hasır üstüne konulmuş şiltelere diz çökerek veya bağdaş kurarak otururlardı. Dershane kapısında pabuçlar çıkarılır, içeriye çorapla veya yalınayak girilirdi. Pabuçluğun derslik içinde yer aldığı durumlarda üzerinde oturulan alanın döşeme seviyesi girişe göre yükseltilmiş olurdu.
Dersler yazın bahçede veya eyvanda, kışın bir ocakla ısıtılan dershanede yapılırdı. Çoğunlukla kıbleye yönelik olarak inşa edilen mekteplerin açık veya kapalı kısımlarında genellikle bir mihrap nişi bulunurdu.
Ders sırasında hoca minder üzerine, öğrenciler ise bir halka oluşturarak yere, genellikle hasır serilmiş döşemenin üstüne oturur, rahle üzerine konulan kitapları okurlardı.
Günümüzde turistlere bilgi vermek için kullanılan Sultan Ahmed Sıbyan Mektebi'nin içinden iki görünüm.
Her çocuğun önünde bir rahlesi bulunurdu. Bazen tek rahle yerine, önüne bir kaç çocuğun oturabileceği bir sıra konulurdu. Mektepte sınıf yoktu. Her çocuk kendi gayret ve zekâsına göre ders alırdı. Yan yana oturan iki çocuktan biri elifbayı çözmeye çalışırken, öbürü sarf ve nahiv öğrenir, biri ammeyi bitirmemişken, yanındaki dersini tebâreke'den alırdı.
Çocuklarla, çocukların derslerini takip ile kalfa ilgilenir, kendi ders rahlesi önünde oturan hoca efendi, artık kalfanın ilgilenmesine gerek kalmayacak kadar gelişmiş çocuklarla ilgilenirdi. Hattâ bu çocuklardan birkaçı hoca efendi tarafından kalfaya yardımcı seçilirlerdi.
ÇOCUKLARINI OKUTMAYANLAR CEZALANDIRILACAK
Osmanlı’da çocukların okutulmasına büyük önem verilirdi. 1702'de Şeyhülislâm Feyzullah Efendi'ye, 1825 yılında da İstanbul ve Bilâd-ı Selâse kadılarına tebliğ edilen fermanlarda çocukların mektepten alınıp usta yanına çırak verilmesi yasak edilmişti. Kız ve oğlan çocukların beraber devam ettiği sıbyan mektepleri olduğu gibi, yalnız kız ve yalnız erkekler için ayrı ayrı sıbyan mektepleri de vardı. 1846 tarihinde çıkan talimata göre sıbyan mekteplerinde tahsil süresi 4 yıldı ve erkek çocukların sıbyan mektebine başlama yaşı 7, kız çocuklannınki de 6 idi. Bu talimatnamede 6 yaşını bitiren çocuklarını mektebe göndermeyenlerin cezalandırılacağı da yazılı idi.
KALEMDE TAHSİL
«Kalem», asırlar boyunca devlet kapısına verilmiş isimdir. Memura da «Kalem Efendisi» denilirdi. Meşrutiyet'e kadar kaleme çocukluk çağında girilirdi. Kalemler yalnız devlet işlerinin görüldüğü daireler değil, oraya girmiş olan çocukların, gençlerin eğitim ve terbiye gördükleri birer ilim ve irfan kaynağı, gerçek anlamı ile birer mektep olmuşlardır. Tereddütsüz diyebiliriz ki, medreselerin yetiştirdiği din bilginleri dışında, müverrih, vak'anüvis, riyaziye âlimi, fen adamı, şair, hattat, müzehhib, minyatür ressamı, musikişinas, özetle ilim ve sanat adamlarımızın çoğu kalemlerden yetişmişlerdir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, kaleme çocukluk çağında, 11-13 yaşlarında girilirdi. Çocuk, bir kişizade ise okuma yazmayı özel hocalardan, küçük bir memur çocuğu veya esnaf oğlu, orta ya da aşağı tabakadan bir ailenin çocuğu ise, bir sıbyan mektebinde öğrenmiş bulunurdu. Bir çocuğun bir kaleme alınması için ya mevki ve nüfuz sahibi olan babasının, yahut da çocuğun terbiyesine, zekâsına, gayretine, iffetine kefil olan bir itibarlı kişinin kefil olması gerekliydi. Bir çocuğun kaleme alınması, kendisine ve ailesine lütuf sayılırdı, o kalem âmirinin, çocuğu kabulü için pek yüksek bir makamdan emir gerekiyordu.
Kaleme giren çocuğa «şâkird, talebe, yamak, çırak» adı verilirdi. Bir işe yarayıncaya kadar da kendisine para, yevmiye, maaş verilmezdi. Kalemde şâkird bir gencin aylığa geçmesi, evinde ve çevresinde bayram gibi kutlanan bir olay olurdu.
Kaleme alınan çocuk, kalemin âmiri tarafından, edebiyle, terbiyesiyle, namus ve iffetiyle, ilim ve irfaniyle tanınmış yaşlı ve tecrübeli, gerçek anlamıyla baba bir adamın yanına, eline verilirdi. Bu mürebbî kâtip, manevî baba, çocuğu yetiştirmeyi bir vazife, manevî bir borç, bir mesuliyet, bir şeref ve haysiyet meselesi bilirdi. O körpe zekâyı ve yeteneği şefkat ve muhabbetle işler, ona hüsn-i hat (güzel yazı, kaligrafi) öğretir, meslekî bilgiler verir (örneğin maliye hesapları, tapu kayıtları gibi), kalemde evrakın nasıl muamele gördüğünü anlatırdı. Fakat görevi burada bitmez, çocuğun her alandaki heves ve yeteneğini araştırırdı. Devrin önemli tarihî ve edebî eserlerini tanımasına yardımcı olur, bir baba gibi yanına alıp kendisinin gittiği edebî toplantılara, saz ve söz toplantılarına götürür, şiire hevesi varsa teşvik eder, şiirin kurallarını gösterir, vezin, kafiye öğretirdi. Kalemde Arapça ve Farsça mutlaka öğrenirdi. Tanzimat'tan sonra bu yabancı dillere bir de Fransızca eklenmişti.
Bir kaleme girmeye «çırağ edilme» denilirdi. Şâkird çocuk kalemde serpilip bir küçük delikanlı olunca, yani kişiliği oluşuncu, şekline, şemailine, haline, edasına, terbiyesine, sesine, özetle herhangi bir özelliğine uygun bir takma isim alırdı. Delikanlıya mahlasını genelde kalemin önemli bir kişisi bulur, kalem arkadaşlarınca uygun görüldükten sonra genci artık o isimle çağırırlardı. Genellikle de asıl adı unutulurdu. Örneğin asıl adı Mehmed Emin olan Sadrâzam Ali Paşa'nın «Â'lî» adı, çok parlak zekâsından dolayı kalemde konulmuştur. Devlet adamlarımızın tarihimize geçen isimlerinin çoğu kalemde konmuş isimlerdir. Örneğin kaleme çok güzel bir çocuk çırağ edilince «Melîhî» yahut «Latîfî» diye bir mahlas verilirdi. Eğer bu güzel çocuğun kendi adı da Yusuf ise, bu sefer güzelliği cihan tarihinde şöhret olmuş Yusuf Peygamber hatırlanarak ikinci bir güzel Yusuf anlamında «Sânî» mahlası verilirdi. Neşeli bir genç «Sürûrî», boynu bükük, mazlum edalı bir genç «Hüznî», bakışlarında bir azamet, gurur olan da «Haşmet» olurdu. Şairlerimizin, ediplerimizin mahlasları da ekseriyetle gençlikte, kalemdeki hayatlarından gelmedir.
Tanzimat'a kadar bir kalemin bütün memurları, uzun yazı rahlelerinin önünde, yaşlılar daima bağdaş kurarak, şâkirdler ve gençler de ekseriya diz çökerek otururlardı ve tıpkı mektep gibi, kalemde sert bir disiplin hâkimdi. Bir şakirdin, bir gencin ilk uygunsuzluğu, şımarıklığı, dik başlılığı önce sert bir ihtarla karşılanır, halini düzeltmediği takdirde kalemden kendisine yol verilirdi. İlk girdiği kalemde tutunamayan bir kimseye de genellikle devlet kapısı tamamen kapanırdı.
(Gelecek yazı: Eb-ced Hesabı)
________________________________________________________________________________________
Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 3)
Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 2)
Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 1)
Elektronik Dünyazı Yazıları için aşağıdaki linklere tıklayabilirsiniz.
Sitemizde yer alan "Elektronik Böcek" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.
Sitemizde yer alan "Sivrisinek Kovucu" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.
Sitemizde yer alan "LED Süsleri" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.
Sitemizde yer ayan "LED'lerle İki Devre" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.
Sitemizde yer ayan "LED'li Göstergeler" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.
©2011- 2016 | H.Veysel Güleryüz
Bu bölüm çeşitli tarihi konulara yer verilecektir. İlk olarak zaman içerisinde bütün İstanbul'daki tarihi eserlin tahrib olmasına sebep olan "İstanbul Depremleri" yazısı verilmektedir.
© 2011-2016 | H.Veysel Güleryüz