kitap.jpg

ESKİ İSTANBUL ABİDELERİ VE BİNALARI

Prof.Celal Esat Arseven

- Tefrika 6 -

(Geçen Bölümden Devam)

3
Bizans Çevresi

 

Bizans şehri surlarının dışında orman ve bahçeler olup halk yaz mevsiminde buralara gelerek eğlenirdi. Bu ormanlardan bir kısmı yokolmuş ise de, gene de Veli Efendi ve Çırpıcı çayırları gibi yerlerde olan mesire alanları kalabilmiştir. Bizans halkı her zamanki eğlencelerine bile, bir dini amaç vermek geleneğinde olduklarından, öteden beri buralarda var olan ayazmaların özel günlerinde kalabalık olarak gelir ve günümüzde görebilmekte olduğumuz Balıklı Panayırı gibi panayırlar yapılırdı.
Balıklı ayazmasının ismi Piyi (Pigi) Manastırı olup genellikle imparatorlar ziyâret amacıyla bu ayazmaya kadar gelir ve burada büyük çapta dini merasim yapılırdı. Vlâkerna (Blakhernae) Sarayı tarafında ve Haliç kıyısında Kozmidiyon (Cosmidion) isminde bir köy vardı. Şimdiki Eyüp’ün olduğu yeri kapsayan bu köyde büyük bir kilise ile çeşmeler ve şatolar bulunuyordu. Bu yerle saray arasında ahşaptan yapılmış bir sirk (Canbazhâne) vardı. Ahşap olduğu için Xbocerkos olarak isimlendirilin bu canbazhâne Sen Kozim (Saint Cosme) ve Damiyen (Damien) Manastırı’nın yanındaymış. Bu köye Kozmidiyon (Cosmidion) denilmesi de sanırız ki bu manastırın adından olsa gerektir.
Osmanlılar şehri aldıktan sonra, Ak Şemsettin Hazretlerinin manevi bulşyla, Peygamber Efendimiz Hazretlerinin alemdarı olup Araplar’ın İstanbul’u ilk kuşatması sırasında, yani 672 yılında ölen Ebâ Eyyûb-el-Ensârî Hazretlerinin şerefli kabrini bulmuşlar ve o zamandan beri burası Müslümanlar tarafından bir kutsal ve şerefli yer alarak kabul edilmiştir.
Haliç’in Galata surları dışında olan kıyıları da o zamanlar yerleşim yeriydi. Sütlüce’ye Galatiyani (Galatiani) derlerdi. Buna Galatiyani denilmesinin nedeni, buralarda bir ayazmanın, annelerin sütünu çoğaltmak için şifalı bir etkiye sahip olmasındanmış.
Fakat herhalde bu ismin Galata ismiyle olan benzerliğine bakılırsa, Galat denilen Gotlar’ın oturmasına özgü bir köyden gelmesi olasıdır.
Şimdiki tersane’nin [53] bir kısmına eskiden Paraskue (Paraskeuné) derlerdi ki, burası şimdiki Hasköy’dür. Bu köye Paraskue denilmesi, orada kıyıya çok uzak olmayan bir yerde, Sen Paraskui (Saint Paras Kévi) kilisesi bulunması nedeniyledir. Hasköy deyiminin de Paraski’den geldiği çok kolay anlaşılır. Bu kilise eskiden tepede olup daha sonra aşağıda yapılmıştır. Tepedeki ayazmayı da bu kiliseye ait olarak gösteriyorlar.

[53] Tersane sözü dâr-ül-sına’î’den galat (yanlış kullanım) olup İspanyollar bunu Arapça’dan alarak dersiyane derlerdi.

Buranın bir kısmına Keramidya (Keramidia) (Piri Paşa) da derlerdi. Keramidya (Keramidia) deyimi oralarda kiremit yapıldığındandır. Buranın civarında Okmeydanı denilen meydan vardır ki, Osmanlılar orada ok atışları yaparlardı. Bu meydanda eskiden padişahların attığı okların düştüğü yerlere dikilmiş taşlar vardır.
Bizans’ın on dört dairesinden birini oluştran Galata eskiden şehrin karşısında küçük bir köyden ibaretti.
Amalfililer, Pizalılar, Cenevizliler ve Venedikliler gibi Bizans ticaretiyle ilgili olan Lâtin toplumu o zamandan beri İstanbul’a yerleşmişlerdi. Hatta bunların şimdiki Yemiş’ten Sirkeci’ye kadar olan kısımda şehirden duvarlarla ayrılmış mahalleleri ve çarşıları vardı. Ticaretlerine özgü olan çarşılarının civarında kendilerine özgü bölümün sınırlı olması bunların birçoğunu Galata tarafında oturmaya zorlamıştı.
Galata yavaş yavaş bir Lâtin şehri hâlini almıştı.
Orta Çağ’da Bizans ticareti hemen hemen bu Lâtin toplumnun elinde gibiydi. Bunlar Bizans’ın bitmek tükenmek bilmeyen karışıklıklarından, onları korumalarından yararlanarak, her biri ayrıcalıklarının sınırını genişletmişler kendi kendilerini yöneten birer küçük devletçik durumu almışlardı.
Galata’da Venedikliler yerleşmişlerdi. Daha sonra Bizanslılar ile aralarında oluşa gelen savaşlarda Cenevizliler’in tarafsız kalmaları ve daha birçok durumlarda Bizanslılar’a yardım etmeleri nedeniyle, Cenevizliler, Galata tarafında bir çok toprağa ve ayrıcalıklara sahip oldular. Üstelik 1303 yılında şehirlerinin sağlamlaştırılması ve genişletilmesi için imparatordan bir yazılı emir bile aldılar. [54]

[54] Yakında basılacak olan (Eski Galata) adındaki eserimizde buna dair açıklamalar vardır.

Bunun üzerine Cenevizliler her fırsattan yararlanarak Galata’nın çevresini surlar ve hendeklerle çevirdiler.
Bundan yaklaşık yarım yüzyıl (kitabın basıldığı 1910 yılına göre) öncesine gelinceye kadar var olan surların bir kısmı Fatih Sultan Mehmet Hân Hazretleri tarafından İstanbul’un alınmasından sonra, bir hükümranlık işareti olmak üzere yıktırılmıştı.
Bugün ise kalafat (55) yerlerine doğru olan yöndeki kısımlardan bir kaç parça duvar ve bir iki kule ile Sen Piyer (Saint Pierre) ve Sen Benuva (Saint Benoit) manastırları içerisine rastlayan bir iki kuleden başka bir şey kalmamıştır.

(55) Kalafat yeri: Geminin kaplama tahtaları arasını üstüpü ile doldurup ziftleyerek su geçirmez duruma getirme işinin yapıldığı tezgahların bulunduğu yer.

Galata surlarının dışı ve içinin çok sayıda kapıları olup, Osmanlılar buralardaki mahalleleri bu kapıların adlarına göre isimlendirirlerdi.
Galata ismine gelince: Galata’ya eski zamanlarda Rumca’da incirlik anlamına Sykaidediklerini Bizanslı Denis’in yazdığı Piyer Jil (Pierre Gilles) eserinde söylüyor.
Daha sonra İmparator Jüstinyen’in (İustinionos) burada bazı binalar yaptırarak sehiri imar ettirmesinden sonra buraya Jüstinyana (Justiniana veya Jucumdiana) denilmiş olduğunu, Bizanslı Etiyen (Etienne) târih ve coğrafya sözlüğünde yazıyor.
Galata isminin ne zamandan başladığı bilinmiyor. Üstelik çok eski olan bu isim bir zamanlar, şimdi Beyoğlu’na verilmiş olan Pera (Péra) ismi ile aynı yere verilmişti. Lâtinler üstelik resmi evraklarda bile Galata’ya her zaman Pera derlerdi. Bunun da aslının, karşı yaka veya geçit anlamında Perama veya Peramatiskelimelerinden geldiği kuvvetle olasıdır.
Galata tarafı büyüyüp Beyoğlu sırtlarına doğru ileriledikten sonra, Pera ismi şimdiki Beyoğlu’na verilmiş, aşağdaki kısıma ise gene her isimden eski olması pek olası bulunan Galata isminin verildiği görülüyor. Hatta, Fatih’in Cenevizliler’e sunduğu fermanda bile Galata diye yazılıdır. Yazarların birçoğu bu Galata isminin oralarda eskiden inek ahırları ve süthaneler bulunması nedeniyle Rumca süt anlamını içine alan Gala ve Galatea’dan geldiği sanılıyorsa da buna tümüyle doğru olarak bakılamaz.
Hatta Arapça (kal’ata) kelimesiyle bu isim arasındaki benzerlikten bile bir anlam çıkarmak isteyen yazarlara da rastlıyoruz.
1120 yılında İstanbul’da doğan ve 1180’de ölen tanınmış yazar ve şair Çeçes’in (Tzetzés) anlattığına göre (Goloa)’lara Rumlar (Galat) diyerek Selt veya Kelt denilen bu topluluğa ait kabıleler akın ederken buradan geçmişler ve bu şehre kendi isimlerini bırakmışlardır. Rumların Lâtinlere yani bizim Frenk dediğimiz Batı Hıristiyanlarına genellikle Galos dediklerine bakılır ve bu şehri de öteden beri Frenklerin işkal ettiği düşünülürse, Galata deyiminin kaynağı bir dereceye kadar anlaşılmış olur. Günümüzde Çankırı ve Yozgat sancaklarının doğu tarafına eski insanlar tarafından (Kelt) veya (Galad) toplumunun ülkesi anlamında Galata denilmesine bakılırsa Galata kelimesinin anlamı bir kat daha anlaşılır duruma gelir. Cenevizler kalelerini ve şimdi gördüğümüz büyük Galata Kulesi’ni yapmadan önce Bizanslılar’ın Galata’da bir kaleleri vardı.
Galata Kulesi denilen bu kale eski kemerin yerine rastlıyor ve Haliç’i kapatan zincirin bir ucu bu kalenin burçlarından biri civarına bağlı bulunuyordu.
Hatta Cenevizler’e Galata’yı bir hendekle çevrelemek ayrıcalığı verildiği zaman, bu kale sınırın dışında bırakılarak Bizanslılar’a ait kalmıştı.
Şimdiki Galata Kulesi ise Cenevizler tarafından surlarının sonu ve dönme noktasında yapılmış olup, eski ismi Tour de Christ yani Kule-i Yesui (İsa Kulesi) idi. Deniz kıyısında bulunan Galata Kulesi’nın bir burcuna da Tour de Saint Croix Kule-i Salib (Haç Kulesi) denildiğinden ve Galata Kulesi’nin tepesinde eskiden büyük bir haç bulunduğundan, bazı yazarlarca her iki kule birbirine karıştırılmış ve Galata Kulesi’nin İmparator Jenon (Zenon) tarafından beşinci yüzyılda yapıldığına dair görülen bazı anlatımlar, Fransızca kitabımda beni bile şaşırtarak deniz kıyısındaki kaleye ait olması gereken bu tarihi binayı Galata Kulesi’ne ait sanmama neden olmuştu. Galata Kulesi’nin yerinde ise eskiden başka bir kulenin varlığına dair güvenilir bir belgeye rastlamadım.
Galata Kulesi Cenevizler tarafından Galata surları yapıldığı sırada yapılmıştır. Kulenin esas şekli her ne kadar şimdiki gibi ise de üst kısmı birçok kez değişmiştir. Kulenin duvarları çok kalın olup, bu kalın duvarların içinde 146 basamaklı taş merdiven ile yukarıya çıkılır. Merdivenler kulenin ortasına yapılmış beş adet ahşap sahanlıklarla sonlandırılır ve oradan diğer merdiven başlar.

S-072.jpg
Galata yangın kulesinin eski durumu.

Bizans zamanında kulenin üzerinde bir haç vardı. 1794 yılında olşan bir yangında kulenin külahı yanmış ve daha sonra Sultan Selim zamanında tamir edildiği halde 1824’de tekrar yanmış ve Sultan Mahmut zamanında da tekrar onarılmıştır. Kulenin eski çatısı şimdikine benzemiyordu. Gerek (Melling)’in eserinde ve gerekse bundan bir yüzyıl sonra yapılmış resimlerde bu kulenin külahı Orta Çağ kuleleri gibi sivri olup kulenin dört tarafında çıkıntılı köşkler bulunduğu gösterilmektedir.
Bu kule günümüzde yangın köşklilerinin (56) yangın gözlemlemelerine ayrılmıştır. Rumların İstanbul’u Lâtinler’den geri alması sırasında Galata tarafında oturan Cenevizlilerin hizmetlerine ödül olarak Roma imparatoru Paleolog (Palaiologos) tarafından kendilerine Galata ve çevresi bağışlanmıştı (1267). Cenevizliler Galata’ya yerleştikten sonra Cenova cumhuriyeti tarafından görevlendirilen bir Podesta aracılığıyla yönetilmiş, ancak 1303 yılında İstanbul imparatoru Andronik’ten (Andronikos) Galata’nın bir duvarla çevrelenmesi iznini almışlar ve ancak birçok zorluklardan sonra 1341 yılında bu duvarları kulelerle sağlam bir sur şekline getirmişlerdir.

(56) Yangın Köşklüsü: Yangın kulesinde nöbet tutup, yangın olduğunda haber veren görevli.

Cenevizlilerin eski bir şehri olan Galata bugün İstanbul’un ticaret merkezi durumndadır.
İstanbul’un Fatih tarafından kuşatılması sırasında Cenevizliler padişah ile yaptıkları bir antlaşma ile tarafsız kalacaklarına söz vermişler ve bu nedenle mal ve canlarını savaştan korumşlardı. Fakat Cenevizliler bu sözlerine sadık kalmayıp gizlice Bizans tarafına yardım ederek hizmette bulundukları padişah tarafından haber alınınca surlarının bir kısmı, egemenlik işâreti olmak üzere yıkılmış ve kendilerine, bir belediye meclisi ile yönetilmeleri koşulu kabul ettirilmiştir.
Bugün Galata’yı İstanbul tarafına iki demir köprü bağlar. Bizanslılar zamanında bu köprüler var olmayıp yalnız Eyüp tarafında bir tahta köprü vardı. Galata, şehrin Orta Çağ manzarasını korumuş tek yeridir denilebilır. Özellikle Osmanlı Bankası’nın arkasına gelen yerlerle Perşenbe Pazarı çevresinde hemen on dördüncü yüzyıl sokaklarından farkı olmayan bazı sokaklar, evler ve dükkânlar görülür. O devrin ev ve dükkân gibi özel yapımına örnek olan bu binalar yavaş yavaş yıkılmakta olup sanırız ki beş-on yıla kadar bunlardan hiç bir eser kalmayacaktır.
Galata tarafındaki eski yapılardan birisi de daha önceleri kilise olduğu sanılan ve Hazret-i Muaviye zamanında Arap ordusunun İstanbul’u kuşatması sırasında değiştirilerek ya da genişletilerek yapıldığı anlatılan Arap Camisi’dir.
Bundan başka Sen Piyer (Saint Pierre) kilisesi ve Lazaristler tarafından ele geçirilen Sen Benua (Saint Benoit) manastırı da Orta Çağ yapılarındandır.
Galata surlarının dışında bağlar ve bostanlar var olup, şehrin halkı çoğaldıkça evler şimdiki Beyoğlu sırtlarına doğru ilerlemiş ve yavaş yavaş bugün şehrin en saygın ve beğenilen tarafı olan Beyoğlu meydana gelmiştir.
Beyoğluna yabancıların verdikleri Péra ismi Rumca öte anlamında olan 6_1.jpgdan geldiğini ve yer olarak (karşı yaka) anlamında kullanıldığını yukarıda söylemiştik. Burada eskiden Bizans hükümdarı Jan Komne’nin (İoannes Komnenos) oğullarından bir prensin köşkü varmış, bundan dolayı Beyoğlu denildiği bazı kitaplarda görülüyor. Zaten Beyoğlu’ndaki Tarla Başı Mahallesi isminden de anlaşılacağı üzere, oraları on altıncı yüzyıla kadar tarla imiş.
Boğaziçi, Galata’dan itibaren kıyıda birçok çeşitli köyleri içermekteydi. Galata’ya en yakın yer olan Fındıklı’nın ismi Ariropolis (Argyropolis) olup burada Sen Andre (Saint André) kilisesi vardı ve Galata ile arasındaki yerler, yani şimdiki Tophane ve çevresi ormanlıktı. Fındıklı’dan sonra Diplokiyoniyon (Diplokionion) köyü gelir idi. Bu da şimdiki Beşiktaş’tır. Diplokiyoniyon (Diplokionion) ismi çifte sütun anlamında olup buna beşik anlamında Gonella (Gounella) da denildiği için Osmanlılar da Beşiktaş demişlerdir.
Ariropolis (Argyropolis) ile Diplokiyoniyon (Diplokionion) arasında bir liman vardı ki bu liman 1203 yılında Sultan Birinci Ahmet Han zamanında doldurularak bahçe haline getirilmiş ve ismine Dolmabahçe denilmiştir. Rumların (Megarema) dedikleri akıntısıyla tanınmış olan Arnavutköyü’nde Büyük Konstantin (Konstantinos) tarafından yapılarak daha sonra Ayasofya’yı yaptıran Jüstinyen (İustinianos) tarafından onarılan Arkanj Migel (Arkanij Michel) kilisesi vardı.
Şimtiki Bebek’e, oranın bir liman olması nedeniyle 6_2.jpg Şile veya iskele Skely derlerdi. Burada putperestlik devrinde bir Diyana (Diane) mabedi varmış.
Bebek’ten sonra Rumeli Hisarı gelir. Boğaz Kesen adını alan bu kale Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri tarafından fetihten önce dör aylık bir süre içinde yapılmış bir kaledir ki Yıldırım Beyezit’in Anadolu kıyısında yaptırdığı Güzelce Hisar’ın tam karşısındadır.
Burada yüz yıl önceki (kitabın basıldığı 1910 yılından yüz yıl öncesi) şekilleri görülen bu kalenin burçlarının saçakları bugün mevcut değildir. Bu kulelerden birisinin içinde Fatih’in odası dikkati çeker.
İran hükümdarı Dara bütün ordusunu boğazdan sallarla geçirdiği zaman kendisi ordusunun geçişini bu kalenin yapılmış olduğu kayalıklar üzerinde bir yerden seyetmiş ve kürsüsünün bulunduğu yere sütunlarla örel bir yer yaptırıp çivi ile kazınarak tarihini yazdırmış olduğunu ve bu taşın Rumeli Hisarı’nın yapıldığı sırada Türkler tarafından tahrip edildiğini Çihaçof (Tchihatchef) Constantinople et Bosphore isimli eserinde yazıyorsa da gerçek bir belge gösteremediğinden bunun ne derece doğru olduğu bilinemez.
Eskiden Sostaniyon (Sosth énion) veya Leosteniyon (Leostenion) denilen ve Boğaziçinde hemen ikinci Haliç denilecek kadar güzel bir limana sahip olan şimdiki İstinye’de, eskiden bir mabet ile Argonotlar (Argonaut) kendilerini kurtaran periye armağan olarak yaptıkları bir heykel varmış.
Daha sonra Konstantin (Konstantinos) bu mabedi kiliseye dönüştürerek Arkanej Migel’e (Arkanij Michel) armağan etmiştir. Bu kilise 865 yılında orayı Rusların ele geçirmesi sırasında harap olmuş imiş.
Boğaziçi halkı o zamana kadar ilk kez olarak tanıdıkları Rusların işgal etmesiyle karşılaşmışlardı. Bunlara Rumlar beşeriyet katili anlamında Ros homicides olarak isimlendiriyorlardı. O zaman putperest olan bu topluluk «Askolet» (Ascold) ve «Dir» adındaki başkanlarının komutasında küçük boyutlu yüzlerce gemi ile Karadeniz’i geçerek Boğaziçi’nin yukarı tarafını ele geçirmişlerdi. Bizans’a ait eseriyle tanınmış olan Şelomberje (Schulumberger) eserinde bu ele geçirme sırasında Ruslar’ın vahşice davranışlarını anlatırken rastladıkları papazları çarmıha çivilediklerini ve kafalarına uzun çiviler çaktıklarını söylüyor.
Rumca’da tedavi anlamıına gelen Tarabya’nın önceden hastalara bir sığınma yeri olduğu ve oraya hava değişimi için gidildiği sanılıyor. Eskiden «Simas» dili denilen çıkıntıda da bir Venüs mabedi bulunuyormuş ki burada gemiciler ibadet ederlermiş.
Büyük Dere’nin eski ismi Vatikolepos’dur (Bathycolpos) aynı zamanda Megas Agros’da derlermiş. Birinci Haçlı Ordusunda Fransız ve Almanları Kudüs üstüne gönderen meşhur Godfruva Dö Buyon’un (Godefroi de Bouillon) ordugâhını buraya kurduğu sanılıyor.
Rumeli Kavağı’nda Jason’un Sibel’e (Cybele) saygı göstermek amacıyla yaptırdığı eski mabet ile Bizanslılar’ın Serapis mabedi varmış.
Buradan sonra Cenevizliler’in kalesi gelir ki Cenevizliler’in Bizans’taki gibi bir zincirle boğazı engelledikleri anlatılır.
Daha ileride büyük liman gelir. Burası eskiden Efesliler Limanı adıyla bilinmektedir. Garibçe Burnu ile korunur. Buraya Bizanslılar ve onlardan önceki toplulklar Garibe derlerdi.
Boğaziçi’nin Anadolu tarafında da birçok köyler vardır ve Karadeniz’e en yakın Hiyeron (Hieron) [57] çıkıntısı üzerinde Anadolu Kavağı civarında ve tepede Ceneviz kalesi ve diğer adıyla Hiyero (Hiero) kalesi harabesi görülür. Bu yerde Kolkida (Colchide) seferinden dönüşünde Argolidli Pirgos ve Jason tarafından yapılmış (On İki Mabutlar “Tanrılar”) mabedi ve gene o civarda Kalkedonyalılar (Khalkedanyalılar) (Kadıköylüler) tarafından yapılmış bir Jüpiter mabedi varmış ki bu mabet daha sonra Ayasofya’yı yaptıran Jüstinyen (İustinianos) tarafından kiliseye dönüştürülmüş. O zamanda toplumun önemsediğine göre boğazın kiliti konmunda olan bu yeri elde etmek için birbirleriyle her zaman mücadele ederlerdi.

[57] Eski Yunanlılarca Hiyeron (Hieron) deyimi, çevresi duvarlarla çevrelenmiş bir mukaddes makam hakkında kullanılmakta olup genellikle ortasında bir mabet bulunur.

S-077.jpg

Hiyero (Hiero) kalesinin Karadeniz tarafında bulunan ve içeriden örülü kapısı.

S-078.jpg

Hiyero (Hiero) Kalesinin Karadeniz tarafından görünüşü.

Bu dağın eteğinde Bizanslılar’ın gümrüğü vardı. Milattan (192) yıl önce Bitinya (Bithynia) kralı (yani Marmara ile Karadeniz arasındaki Bursa, Kastamonu, İznik ve Kadıköy ve çevresine hâkim olan kral) Perusiyas (Prusias) burasını Bizanslılar’dan ele geçirmiştir. Burada barbarlarla pek çok savaşlar olmuştur. On dördüncü yüzyılda bazı Palaolag (Palailogos) hükümdar soyu zamanında Cenevizliler burasını ele geçirerek Hiyeron (Hieron) kalıntıları ile oraya şimdi izleri görülen kaleyi yaptılar. Daha sonra Venedikliler burasını elde etmek için çok çalıştılar. Yazar Şelomberje (Schulumberger) bu yer hakkında açıklama yaparken diyor ki:
«İstanbul patriği olan Hadım İgnos (719–878) Büyükada karşısındaki Androvitus (Anderovithos) adasındaki hücresinden çıkarılıp burada bir keçi ahırına atıldı. Kış ortasında aylarca yarı çıplak bir halde bağlı ve bekçileri tarafından her türlü hakaretlere uğrayarak orada yaşadı. Hıristiyanlığın en büyük ruhani reisi olan bu kişi hakkındaki bu kadar vahşiliğin en büyük alim, filozof ve yazarların bulunduğu bir başkentten bir iki saat uzakta bulunan bir yerde geçmesi insanı hayret ve nefretlere düşürür.»
Sanradan Mösyö Millingen tarafından yapılan incelemelerde kuzey ve doğu tarafındaki kapıların üzerindeki eski Hiyaron (Hiaron) binasına ait taşlar ile bir armağan taşıınn bulunduğu görülmüştür. Bizanslılar’a ait olan hilal bile görülebilmektedir. Duvarların üzerinde Ceneviz ve Bizans armalarına rastlanılmaktadır.
Anadolu kıyısı izlenilerek inildikçe Sütlüce’ye gelinir. Buradan bir küçük yol boğazın en yüksek dağı olan Yuşa tepesine doğru çıkar. Deniz seviyesinden 180 metre yükseklikte bulunan bu dağın tepesinde Hazret-i Yuşa’nın türbesi vardır.
Dört metre uzunluk ve yarım metre genişliğinde olan bu türbe hakkında eski eserler ve yabancı yayınlarda pek çok söylentilere rastlanılıyor.
Eski yazarların bazıları bunu bir Herkül yatağı, bazıları da Polluks (Pollux) tarafından öldürülen Amikos’un (Amycus) mezarı sayarlarsa da Müslümanlarca bir zeyâretgâh olan bu türbenin Hazret-i Yuşa aleyhüs-selâma ait olduğu kesindir.
Bu dağ üzerinde Sen Panteleyon (Saint Panteleion) manastırına ait olduğu sanılan bazı Bizans harabeleri ile bir de ayazma vardır.
Yuşa tepesine Bizanslılar Herkül Yatağı derlerdi.
Argonotlar’ın (Argonaut) seferinde Boğaziçi’ne gelmeden arkadaşlarından ayrıldığı anlatılan mitoloji hikâyesinde (Herkül)’ün ne olduğuna ve ne de buraya gömüldüğüne ait tarihte hiçbir şey yoksa da Doktor Mortiman (Mordtmann) Boğaziçi’ne dair yazdığı eserde diyor ki: «Tanrı Melkart’ın kemikleri Kadik’te (Cadix) çok görkemli mermer bir mezar içinde ve kendi adındaki mabedin ortasında korunmş bulunduğunu yazar İstrabon’da (Strabon) okuyoruz. Sanıyoruz ki Fenikeliler de bu dağ üstünde kendi mabetleri Melkart’ın makamı olduğuna inanmışlardır.»
Eskiden Kıbrıs’ta keşfedilip, günümüzde Osmanlı Müzesi’nde bulunan dört metre yirmi santim yükseklikteki kaba taştan yapılmış heykel, bize Fenikeliler’in mabedi olan Baal Melkart (ki Yunanlılarca Herakliyus (Heraces) denilir) hakkında bir fikir verebiliyor.
Baal Melkart’ın bütün dünyaya hayat verdiğine inanılarak kaynaklar akmaya başlayınca Melkart’ın uyanması şerefine özel günlerde ayin yapılırdı.
Biliniyor ki, Turuva şehrinin zaptından önce Fenikeliler gemileriyle Karadeniz’e kadar giderek, Sur ve Seyda şehirlerinin ticaretini Karadeniz kıyılarına kadar götürmüşlerdi. Aslında Karadeniz’e Bizanslılar’ın misafirperver anlamını verdikleri Oksinos (Exinos) deyiminin, Fenikelilerin Aşkenas (Achkenas) deyiminden geldiği açıktır.
Çubklu, Akviyetler’in (Akoimenteler) manastırı ile tanınmıştı.
Kanlıca’ya Lembos derlerdi. Likadiyen (Lycadien) adı verilen bir limanı vardı. Vaniköy’ün eski ismi Nefzimakyon (Nafzimakion) idi. Burada imparator Jüstinyen’in (İsutinianos) yaptırdığı bir manastır vardı ki ahlâkı bozuk kadınlar ömürlerinin son zamanlarını dua ile geçirmek üzere oraya çekilirlerdi.
Sonra Anadolu Hisarı gelir ki burada Sultan Bayezit’in boğazdan askerini serbestçe geçirebilmesi için yaptırdığı Güzelce Hisar’ın günümüzde kalıntıları görülmektedir. Göksu’ya Botemonyun (Botamonion) derlerdi. Ondan sonra Perutos Diskos (Protos Discos) (Çengelköy) ve Doterus Diskos (Deteros Discos) (Beylerbeyi) ve Heryiokeramos (Chrysokeramos) (Kuzguncuk) (ki bunun anlamı Yaldızlı Kiremit demektir) ve ondan sonra Öküz Limanı ve bunu izleyerek Altın Şehir anlamında Hırisopolis (Chrysopolis) (Üsküdar) gelir.
Bizanslılar’ın buraya Hırisopolis (Chrysopolis) demeleri bazı söylentilere göre Agamemnon’un oğlu Hırises’e (Chryses) ilişik olarak ve bazılarına göre akşam güneşin gurubuna yakın Üsküdar’daki evlerin İstanbul tarafından yaldızlı gibi görünmelerindenmiş ki ençok olasılığa yakın olanı budur. Bu isim İskender devrinden önce bile varmış. Üsküdar deyimi ise Bizanslılar zamanında Skutari (Scutari) denilen bir tür askerlerin orada Skutaryon (Scutarion) denilen kışlalarının bulunmasından imiş. Arnavutluk’taki İşkodra bile bu kelimeden başka bir şey değildir. Aslında yabancılar İşkodra’ya Arnavutluk Üsküdar’ı derler. Üsküdar, Farsça’da posta hizmetinde kullanılan Tatarlara (58) ve bunların oturdukları yer olan menzilhanelere (59) denilir. Gerek bu anlama göre ve gerekse Üsküdar’ın Anodolu’ya giden posta yolunun ilk konaklama yeri olmasına göre buraya menzilhane anlamında Üsküdar denildiği çok olasıdır.

(58) Posta Tatarı: Atlı postacı, ulak. Posta sürücüsü.
(59) Menzilhane: Posta tatarlarının at değiştirdikleri han. Konak yeri. Hayvan değiştirilen yer.

Bu ismin Bizanslılar zamanında bile kullanılmış olması olasıdır. Çünkü Bizanslılar Fasça’daki birçok kelimeleri kendi dillerine almışlardı. Özellikle Bizanslılar zamanında şimdiki Bağdat Caddesi posta yolu olup, posta Üsküdar’dan hareket ederdi.
Olasıdır ki Üsküdaryun (Scutarion) dedikleri kışla da bir menzilhâneden başka bir şey değildi.
Yunanlılar’ın şifreli haberleşmede kullandıkları ve Scutale [60] dedikleri üstüvânenin (silirdir) isminin Üstüdar ismiyle olan ilişkisi bile bir dereceye kadar dikkate değerdir.

[60] Bizanslılar’da gizli gitmesi ve götüren postacının bile haberdar olmaması gereken haberleşme, bir yuvarlak üstuvâne (silindir) üstüne sarmal olarak sarılmış şerit şeklinde bir deriye yazılır ve sonra çözülerek gönderilirdi. Bunu kimse okuyamazdı. Arcak aynı çapta bir silindire sahip olan komutan veya görevli, o deriyi şifre anahtarı olarak kullanılan silindire sarınca kolaylıkla okunurdu.

Herhalde Farsça’dan alındığı kesin olarak görülen bu deyimin Dara zamanından beri olması mümkündür.
Buraya Bizanslılar Damalis (Damalis) de derlerdi. Üstelik Kız Kulesi’nin o zamanki ismi Damalis (Damalis) Kulesi’dir. Kıyıdan biraz uzaklıkta ve deniz içindeki bir kaya üstünde bulunan ve Damalis Arkla (Damalis Arkla) denilen Kız Kulesi o zamanlar başka şekildeydi. Bu kule ile İstanbul tarafında Saray Burnu’ndaki Mangan yani Savaş Araçları Kulesi arasında Haliç’te olduğu gibi güzel ağaçlarla süslü koy, bir zincir çekilerek iki uçları bu iki kuleye bağlanır ve Boğaziçi böylece gemilere kapatılırdı.
Nisafor Garagoras’ın (Nikephoros Greğoras) aktardığına göre Sultan Orhan Anadolu tarafından Damalis’e yani Üsküdar’a kadar gelmiş ve Kız Kulesi’nde kendisini bekleyen İmparator Kantakozen (Kantakuzenos) sandalla elçiler göndererek, haberleşmeyi böylece sağlamışlardır. Kız Kulesi o zamanlar Bizanslılar’ın gümrüğü durumunda olup boğazdan geçen gemiler oraya vergi vermeden geçemezlerdi. Tarihte bu kulenin Damalis Kulesi diye tanınması Üsküdar’da oturan Atina komutanlarından Keras’ın (Chares) hanımı Damalis öldüğü zaman bir kaya üstüne gömülmesindenmiş. Buna yabancılar, bilinen hikâye nedeniyle Leandr (Leandre) [61] Kulesi ve Türkler de Kız Kulesi derler. Bu kula Osmanlıların fethinden sonra harap olduğundan yıkılıp ahşap olarak yapılmış ve daha sonra da yandığından Sultan İkinci Ahmet Han’ın devrinde yeniden kârgir olarak yapılmıştır. Daha sonra birçok kez onarılarak, bir kaç şekle girmiştir. Elimizde olan yüz sene önceki şeklinin bile bu günküne benzemediği görülür.

[61] (Hero) ve Leandr (Leandré) adıyla eski Yunanca’da bir manzum hikaye vardır. Bu hikayeye göre Çanakkale Boğazı’nda Anadolu kıyısındaki Abidus (Abydos) köyünde Leandr (Leandré) isminde bir delikanlı olup bu köyün karşısında ve Rumeli kıyısında da Sestos köyünde de Hero isminde bir rahibe varmış. Bunlar birbirlerini bir panayırda görüp sevmişler. Hero kalenin üstünden gece ateş yakarak işaret verir ve Leandr (Leandré) da denizden yüzerek karşı kıyıya geçermiş. Bir gece rüzgarla ateş sönmüş ve Leandr (Leandré) geçerken boğulmuş. Bundan haberi olan Hero da kaleden kendisini aşağıya atarak ölmüş.

Kız Kulesi’nin karşısındaki sahile de (Damalis) deniyor.
Burada mermerden bir inek heykeli varmış. Aynı zamanda öyle diğer bir heykel de Kuruçeşme ile Ortaköy arasındaki bir yerde de varmış ki bu yere inek anlamında «Vaha» derlermiş.
Ansiklopedide Damalis diye eski zamanda boynuzlu bir tür yaban keçisine dedikleri ve bu kıyıda ya da kayalık üstünde Bosforus (Bosphorus) deyimine karşı düşen anlamı hatırlatmak için böyle boynuzlu bir öküz heykeli bulunduğu düşünülecek olursa (Damalis)’in gömülmüş bir general karısı olduğuna ve özellikle Çanakkale Boğazı’nda olması gereken Leandr (Leandré)hikâyesine inanmaktan çok diğer tarafa yönelmek doğaldır.
Şimdi bu kule gece feneri görevini yapar. Eskiden, hatta Fenikeliler zamanında Boğaziçi’nin çeşitli burunları üzerinde dikilmiş taşlar vardı ki, fener görevini yapan bu taşlar o zamanki gemilere yollarını gösterir ve uzaklık ölçümü yapmalarını sağlardı.
Üsküdar’ın arkasına rastlayan Çamlıca dağlarına, yuvarlak tepe anlamında Diskos (Discos) derlerdi. Bu deyim daha sonra kaybolup Penkya (Penkia) yani çamlık anlamına dönüşmeye başlamıştır ki Türkçe’ye de Çamlıca diye geçmiştir.
Çamlıca’nın Marmara kıyısına doğru olan eteklerinde Haydarpaşa vadisine rastlanılır. Bağdat yolu buradan geçer. Eskiden Anadolu’ya sefere gidecek olan Bizans ordusu burada toplanır ve buradan yola çıkardı. Hatta Türkler zamânında bile yolcuları buraya kadar getirirler ve burada Ayrılık Çeşmesi denilen çeşmeye kadar gelip oradan uğurlarlardı.
Kadıköy’ün eski ismi Kalkedonya [62] (Khalkedonya) idi. Kadıköy Bizans’ın kuruluşundan çok önce vardı. Tarihsel söylentideki «Körler Köyü» denilen yer işte burasıdır. Bazı Bizanslılarca gaipten gelen bir sesin söylediği, şehir yerini ararken, bu köyde oturanların Saray Burnu gibi güzel bir yeri görmeyip te orada oturduklarından dolayı Körler Köyü burası olduğuna karar vererek, İstanbul’u kurmuşlardır.

[62] Kadıköy deyimi Fâtih Sultan Mehmet tarafından bu köyün arpalığının İstanbul kadısı olan Hızır Bey’e verildiğindenmiş.

Fakat Kadıköy’ün yerinin özellikle o zamanki yaşama göre Sarayburnu’ndan daha elverişli olduğuna şüphe yokdur. Kadıköy tarafında arazînin düz ve faydalı sularının çokluğu ve Asya ile olan bağlantısı, orasını tercih ettirmiştir. Bununla birlikte o zaman İstanbul tarafında başka savaşçı bir toplumun yerleşik olup olmadığı belirli değildir. Rumeli demiryolu yapılırken Sarayburnu civarında ortaya çıkan siklop şeklindeki duvarlar bunu doğruluyor. Bizans’a dâir eseriyle meşhur olan Doktor Paspani bu Saray Burnu’nda Eski Yunanistan’ın Misen (Mycen) ve Truva şehirlerinde olduğu gibi bir akropolun var olduğunu bile gösteriyor. Kodinos’un anlattığına göre şimdiki Çenberlitaş’ın yerinde de eski bir mabet varmış. İşte Kadıköy’ün İstanbul’un en eski bir köyü olduğunu sanmak bu nedenlerle doğru olamaz. Bizanslılar’dan önce İstanbul’un her tarafı az çok yerleşikti.
Kalkedon’da (Khalkedonya) çok tanınmış olan Apollon mabedi vardı ki o yerde, daha sonra 451 Konsülü (Üst düzey Ruhban Meclisi) ile ünlü olan Evafemi (Euphemie) kilisesi bulunmuştu.
Kadıköy’ü çevreleyen surlar, Bizans imparatoru Valens zamanında yıkılıp taşları kendi ismiyle tanınmış olan Bozdoğan kemerinin yapımında kullanılmıştı.
Türkler Kadıköy’e önceden Kalce Dünya dediler. Aslında eski devirlerde isimlerin bir dilden diğer dile geçmesi sırasında o dilde ona benzer anlamdaki kelimelere dönüşmesi hemen her zaman görülen bir durum olduğundan Türkler bile Bizanslılar’ın bir çok kelimelerini Türkce’ye uydurarak, örneğin Sitinpoli’yi İslâmbol, Kiyara Hori’yi Kara Köy, Karibdi’yi Garibce gibi çevirdiklerinden Kalkedonya’ya (Khalkedonya) da Kalce Dünya diye isimlendirmişlerdir. [63]

[63] Sultan İkinci Selim’in memuru olan Mösyö Melling’in 1813 yılında yaptığı Kadıköy manzarası resminde görüldüğüne göre, o zaman Kadıköy’de ancak (400) ev varmış. Hâbuki şimdi on bin evden çoktur.

Kalkedonya’dan (Khalkedonya), Nikomedya’ya (Nicomedia) İzmit’e gidinceye kadar Asya kıyısında küçük küçük köylere rastlanılırdı.
Kalkedonya’nın (Khalkedonya), bir tarafı ise Moda’ya kadar giderdi. Burası eski zamlarda Fenikeliler’in ticaret yaptıkları bir yerdi. [64]

[64] Moda burnunun kıyı tarafındaki arazisi içinde eskiden tarih öncesi zamanlara ait eşyâ ve aletler bulunmuştur. Doktor Motriman bunların Kıbrıs’ta bulunan eskiı eserlere benzediğini söyliyerek şöyle anlatmıştır. «Moda’da bulunan eski eşyalara göre iki olasılık önünde bulunuyoruz. Önce buralarda yerli Trak’lı bir toplumun Kurbağalıdere tarafına doğru yerleşmiş olması. İkinci olarak Moda burnu sırtlarında Öjene (Egéenne) zamanına ait bir topluluğun denizden gelen yabancı tüccarlarla değiş-dokuşta bulunmak üzere oraya yerleşmiş olmaları. Kurbağalıdere’de Mösyö Milyopolo (Milliopoulo) tarafından daha önce bulunan ve Hisarlık’daki eski eserlere benzeyen hicret zamanına ait eşya ve aletler bu tarafın da yerleşik olduğunu kanıtlar.»
Milattan önce dokuzuncu yüzyılda İstanbul’u kuran Doryenler’in (Dorien) Apolon putperestlik mezhebini taşıyan Megaralılar İstanbul’a geldiği zaman Moda burnundaki bu tecaret yeri varmış.
Asya kıyısı üzerinde tarih öncesi insanların oturduğuna daha bir çok kanıt vardır. Özellikle Maltepe civarındaki tümsekler (tümülüsler=höyükler) dikkat çikicidir. Maltepe burnu üzerinde bundan altı yıl önce bulduğum bir tümülüsü bile açıp incelemeye Müze Müdürlüğü’nden izin almak istemişken bazı nedenlerden dolayı bu inceleme yapılamamıştı.
Maltepe ile Kartal arasında ve demiryolu üzerinde bir parmaklıkla çevrili bir mezar vardır ki bunun da bir tümülüs olması pek olasıdır.

Moda burnundan sonra Kalamış körfezi gelir. Buna Kalamış körfezi denilmesi, oradaki sazlıklar nedeniyledir. Rumlar sazlığa Kalamisya derler. Burasının asıl adı Evterop (Eutrope)körfezidir.
Bu körfezin bu isim ile anılması İmparator Arkadiyos’un (Arkadios) beğenisine erişenRufen’in (Rufin) yerine başa geçen Evterob (Eutropa)isimli Akağa’nın ismine ilişiktir.
Tarihte çok tanınmış olup bütün İstanbul’un yönetimini eline geçiren bu kişi daha sonraİmparatoriçe Evdoksiya’nın (Evdoksia)zorlaması üzerine Kıbrıs’a gönderildi ve 399 yılında Kıbrıs’tan buraya getirilip bu limanın kenarında kafası kesildi. Kalamış körfezi tarihinde daha başka acı bir olay da vardır. Bizans imparatorlarının hemen en iyisi olan zavallı Moris Tiber (Maurice Tibére) bile bu körfezin kenarında öldürülmüştü. Bir ihtilâl sonucunda tahtını kaybeden Moris (Maurice), çocuklarıyla birlikte bir sandala binerek İzmir’e doğru kaçarken bir fırtınaya tutularak İzmit civarında kıyıya çıkmış ve orada arkasından gönderilen askerler tarafından yakalanmış ve Kalamış körfezine getirlmişti. Orada kıyıda gözleri önünde beş oğlunu idam ettiler ve ihtiyar baba «Yarabbi senin adaletin büyüktür» diyerek başını celladın satırı altına koşmuştur (602). Kalamış körfezinin güney kıyızında eski Hiyeron (Hieron) burnu vardır (Fenerbahçe). İstanbul’un en gönülleri çeken bir yeri olan burası, her tarafı denizle çevrili ve karaya bir taraftan bağlı bir yarımada olup burada İmparator Jüstinyen’in (İustinianos) yazlık sarayı vardı. İmparatoriçe Teodora (Theodora) ihtilallerden ve İstanbul’un gürültülü hayatından yorulduğu zaman buraya sığınır ve dinlenirdi.
Burası Bizans İmparatorlarınca güzel yerleri nedeniyle saray yeri olarak seçilip Anadolu seferlerinde Haydarpaşa’da toplanan orduyu uğurlamak ve askerin gidişini gözetmek için imparatorlar buradaki saraya gelir ve kalırmış. Oradan kayıkla doğrudan Ahırkapı tarafındaki saraya geçerlermiş. Bizanslılar zamanında var olan limanın mendireği hala görülmektedir. Doğu tarafında kıyıda yapıların kalıntılarına ve bahçenin bazı yerlerinde geniş ve eski temellere rastlanılır. İmparator Makedonyalı Birinci Vasil’in (Basilios) zamanında oradaki bir sarnıcın temizlettirildiği ve yapıların onarıldığı bazı tarihlerde okunur.
Fenerbahçe demiryolu yapılırken orada bulunan bir yarım kabartma taşın günümüzde Berlin müzesinde bulunduğunu Mösyö Alber (G. Albert) Bosforus (Bosphorus) ismindeki Almanca makalesinde söylüyor. Bu taş birbiriyle kavuşan iki adamı gösteriyormuş ki bunlardan biri post giymiş ve bir kurt maskesi takmışmış.
Fenerin arka tarafında içeriye doğru büyücek bir dağ görünür ki buraya Osmanlılar Kayışdağı demişlerdir. Bizans zamanında burada bir manastır varmış ki günümüzde kalıntılarına rastlanılır. Üstelik oralarını kendim incelerken toprak içinde bir çok mozayikler buldum. Bu manastırın yanında haberleşme amaçlı bir ateş kulasi vardı ki bu kule diğer tepelerdeki kulelerde yakılan ateşler aracılığıyla haberleşilerek işaretleri Fenerbahçe’de bulunan kuleye ve o da karşıda İstanbul’da saray içindeki kuleye vererek, böylece sınırdan düşmanın girişi ve diğer durumlarda hızlı haberleşme yapılmasına yardımcı olurdu. [65]

[65] Bu şekilde haberleşme Yunanlılar’da çok eskidir. Hatta mîlattan dört yüzyıl önce öyle bir yöntem bulunmuştu ki, ateş kulelerinin her birinde aynı hacimde kapların altında da aynı çaplarda bir delik olup ateşle her kule birbirine işaret verir vermez su ile doldurulan bir kabın dışındaki deliği açılır ve suyun hizası istediği harfin seviyesine gelince işaret verir karşı kule de o zaman deliği kapatarak su seviyesi hangi harfte durduğunu okur ve ona göre kelimeleri aldıkdan sonra o da diğer kuleye aynı şekilde verir ve böylece Bağdat’tan başkente kadar haberleşmek mümkün olurdu.

İmparator sarayında Kontuskopiyum (Kontoskopium) denilen bir fener kulesi vardı. En uzak vilayetden verilen işaretler kuleden kuleye aktarılarak bu fenere kadar ulaşır ve böylece saray her şeyden haber alırdı. Sultan Ahmet Camisi’nin arkasındaki evler arasında bulunan ve Mösyö Paspati (Paspates) tarafından bu fenerin kalıntıları görülmüş ve yeri hakkında bir fikir oluşmuştur. (Yeri haritada gösterilmiştir.)
İmparator için son derece önemi olan bu kulede haberleşme göreviyle çeşitli askerlerden oluşan bir gurup görev yapardı. Ülkede oluşan ihtilaller, düşman saldırıları hep bu kule aracılığıyla haber alındığından imparatorlar buraya çok büyük bir önem verirlerdi. Fakat sarhoş olarak tanınan imparator Üçüncü Mihal (Mikhail) Hipodrom oyunlarına düşkün olduğundan bir gün oyun ortasında kuleden gelen kötü haberler halkı heyecana düşürerek keyfi bozulur diye bu tür haberleşmenin kaldırılmasını emreder.

 

(Gelecek Bölüm)

Tefrika 7

4
Adalar

______________________________________________________________________________

Eski İstanbul (Bölüm 5)

Eski İstanbul (Bölüm 4)

Eski İstanbul (Bölüm 3)

Eski İstanbul (Bölüm 2)

Eski İstarbul (Bölüm 1)

Nusretiye Camisi

İstanbul Namazgâhları-6

İstanbul Namazgâhları-5

İstanbul Namazgâhları-4

İstanbul Namazgâhları-3

İstanbul Namazgâhları-2

İstanbul Namazgâhları-1

Yeni Cami Hünkâr Kasrı

Cami Alemleri

Sadaka Taşları

Eb-ced Hesabı ve Tarih Düşürme

Sıbyan Mektebleri

Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 3)

Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 2)

Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 1)

Elektronik Dünyazı Yazıları için aşağıdaki linklere tıklayabilirsiniz.

Sitemizde yer alan "Elektronik Böcek" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.

Sitemizde yer alan "Sivrisinek Kovucu" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.

Sitemizde yer alan "LED Süsleri" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.

Sitemizde yer ayan "LED'lerle İki Devre" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.

Sitemizde yer ayan "LED'li Göstergeler" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.

©2011- 2019 | H.Veysel Güleryüz


Çeşitli Konular

Bu bölüm çeşitli tarihi konulara yer verilecektir. İlk olarak zaman içerisinde bütün İstanbul'daki tarihi eserlin tahrib olmasına sebep olan "İstanbul Depremleri" yazısı verilmiştir.

© 2011-2019 | H.Veysel Güleryüz