

        Marmara Denizi’nde başkentten on mil kadar zaklıkta ve  İzmit körfezine doğru bir takım küçük adacıklar vardır.
        Bu adalara eskiden beri Cin Adaları adıyla Demonisya Demonissia ve daha sonra oradaki  manastırlar ve papazların çokluğundan Papaz  Adaları anlamında Papadonisiya Papadonisia denilirdi. Daha  sonraları Bizans’ın çoğu imparator ve prensleri buraya götürülüp oradaki  manastırlarda hapsedildiğinden dolayı Rumlarca «Prenkipos» ve Fransızlar’ca İl dö  Pranes «İlles des Princes» yani Prens Adaları denilmiştir. 
        Dünyanın hiçbir yeri bu  adalar kadar acıklı olaylara sahne olmamış, hiç bir köşesi buradaki kadar prens  ve prenseslerin zindanlar içinde gözleri oyularak öldüğünü görmemiştir.
        İmparatorluğun şan ve heybetinden  ayrılıp bu adaların manastırlarındaki hapishanelere atılan ve ipekli yorganlar,  kuş tüyü yataklarda uyurken küçük bir karanlık odada ölüp gidinceye kadar unutulan  imparatorların, imparatoriçelerin, prenslerin, prenseslerin sınırı yoktur.
        Akdeniz’in Cezayir adalar  topluluğu gibi Marmara bölgesinin küçük bir Cezayir topluluğunu olşturan bu  adacıklar, olaylar yönünden ne kadar üzücü ise doğal güzellik ve manzara yönünden  de o kadar gönül alıcıdır. Bunlarda eskiden manastırlarla bu manastırlara özgü bazı  kilise ve papaz odaları gibi çeşitli yapılardan ve balıkcılara özgü  kulübelerden başka bir şey yoktur.
      Bu adalar dokuz tanedir.  İstanbul’dan İzmit körfezine doğru yani Anadolu kıyısına paralel olarak  sırasıyla Proti (Proti) Kınalı, Antigoni (Antigoni) Burgaz, Piti (Pitys),  Halki (Halky) Heybeli, Prenkipo (Prinkipo) Büyük Ada, Andrevitos (Anderovithos) veya Terebintos (Terebinthos), Tavşan Adası ve Niyandros (Neandros) adaları ile  açıkta ve Çanakkale tarafında Platı (Plati) ve Oksiya (Oxya) yani Düz ve Sivri anlamında iki hayırsız adadan ibarettir.

      
Bir milimetre, yüz elli metreyi gösterir.
Bu adacıkların dördü yerlesik  olup en büyük ve en önemlisi Büyük Ada’dır. Piti (Pitsy) ile Niyandros (Neandros) adaları birer kaya denecek kadar küçük ve tarihi bir önemleri yoktur. Adalarda  o zaman yalnız manastırlarla bu manastırlara satıcılık yapınların kıyıda birkaç  kulubelerinden başka bir şey yoktu. Papazların çoğu çamlar arasındaki boş  yerlerde ziraat yaparlar ve oralardan sebze ve meyve elde ederlerdi. Her adanın  taşlarla yapılmış limanı vardı. Günümüzde bunların kalıntılarına rastlanılmaktadır.
        Başkente en yakın olan «Proti»  Kınalı Ada’dır. Birinci anlamına gelen «Proti» adı verilen bu adada üç  manastır ile günümüzde kalıntçıları görülen büyük bir sarrıç vardır. Bu  manastırlardan birinde İmparator Mihal Rangabe (Mikhail Rangabe) hapsedilmişti.
        Bu adalarda geçen olayları  biraz ayrıntılı olarak anlatarak oraları seyredenlere geçmişten bilgiler vermek  için Mösyo Şlumberjer’in (Schlumberger) bu adaları anlatan  eserinden özetle eski olayları aşağıda aktarıyoruz:.
        «İmparator Nisefor (Nikephoros) –ki Bulgarlar’la yapılan savaşta bir pusuya düşerek ölmüştür– zamanında komutan  olan Vartan Anadolu’da saltanat iddiasıyla Üsküdar’a kadar gelmişti. Geçtiği  yerlerde kendisine itaat edildiği halde Üstüdar’da büyük bir direnmeyle karşılaşktı.  Keke Mihal (Mikhail) ve Ermeni Leon  –ki sonra ikisi de tesadüfen imparator oldular– onunla birlikte bulunuyorlardı.  Korkularından Nisefor’un (Nikephoros) tarafına geçtiler. Vartan askerini İzmit’e doğru çekti ve yenilgiyi hissederek  gizlice imparatora haber gönderip söz aldıktan sonra rahip olarak Kınalı’da bir  manastıra çekildi. Fakat imparator sözünün tertise adamlarını göndererek, bir  gece Vartan’ı bastı ve gözlerini oydurdu. İmparatorun açıklaması ve sözünde  durmaması halk tarafından kötü etki yaptıysa da imparator bu cinayetten haberi  olmadığını yemin ederek ağlar, diğer taraftan da adamlarını saklayarak kaçırırdı.  Vartan kör olarak manastırda uzunca bir süre kaldı ve kendisine aziz nazarıyla  bakılarak hastaları okumak üzere götürülürdü.»
        Kınalı Ada’da üç manastır vardı.  Bunlardan biri Anadolu kıyısına karşıo olan tarafta ve deniz kenarına yakın olup  günümüzde kalıntıları görülen büyük bir su haznesinin yanındaydı.
        Bu manastırda imparator  Mihal (Mikhail) hapsedilmişti. Mihal (Mikhail) prenses Prokopya’nın (Prokopia) kocası iken daha sonra imparator olmuştu. Birçok özelliği olsa da karısının etkisi  altında bulunuyordu. Az önce Nisefor «Nikephoros» ve Stavrakiyos’un «Stavrakios»  yönetiminde ülke fakir düşmüş ve bunlar resimlere tapınmayı engellediklerinden resimlere  tapınan guruplarının kavgaları başlamıştı. Mihal (Mikhail) gene resimlere tapmaya  izin vermiş olsa da onun karşısında olan gurp büyük bir güçle hareket etmiş ve  hatta Mihal Rangabe (Mikhail Rangabe) herkesin önünde Hazret-i Meryem’in resmine hakaret  eden bir papazın dilini kestirdiği halde bile bunun önünü alamamıştır. O sırada  Bulgarlar’la olan bir savaşta imparatoriçenin beraber bulunması askerleri ve komutanları  gücendirmiş ve Bulgarlar savaşı kazanarak Rumeli’yi ele geçirmişlerdi. Ortalık  o kadar karışmıştı ki Mihal (Mikhail) düşmanları tarafından kışkırtılan  tanınmış bir büyücü kadın, imparatora açıkça sokakta «tahtından in ve yerine senden daha yeteneklisine terk et» diye  bağırıyordu. 
        Hükümdarlığı zamanında doğu  orduları komutanı Ermeni Leon’un Edirne’de kendisini hükümdar ilan etmesi  üzerine Mihal (Michail) tahttan çekilmiş ve imparatorluğun simgeleri olan  ipekten ve dikiş yerleri inci ve tepesi haç ile süslenmiş Stemma denilen taç ile  sol kolu üstünde en son imparatorun resmi olan mücevherli kırmızı imparator  elması ve sırma işlemeli kırmızı kunduralar ile âsâ ve haçlı küreyi göndererek  şehrin kapılarının kendüsine açık olduğunu söylemiş ve kendisini ölümden kurtarlmak  için Fener kilisesina çekilmişti.
        Leon İstanbul’a gelerek  hükümet kolduğuna oturduktan sonra, hükümdar olmayacağını bildiğinden onu öldürmeyip,  Kınlıada’daki manastıra kapatmıştır.
        İmparatoriçe Prokopya’nın (Prokopia) da saçları tıraş edilerek kızları Korgon (Gorgon) ve Teofano (Theophano) ile beraber İstanbul’da kendi yaptırdığı manastıra kapadılmıştır.
        Oğlu Teofilaket (Theophylacte) ve Niketas o zamanların geleneği gereğince hadım edilerek Kınalıada’da babaları  Mihal’in (Michail) yanına hapsedilmiştir.
        Mihal’in (Michail) rahib ismi olarak Atanas (Athenase) denilmiş ve yirmi yedi yıl  bu manastırda sefil bir hayat geçirmiştir.
        Kınalıada’daki hapishanenin  penceresinden büyük bir sakinlikle İstanbul’daki sarayının yaldızlı kubbelerini  seyrederdi. Kendisi burada yaşarken hükûmeti işkâl eden Leon’un Mişel lö Beg (Michel  le Bégie) tarafından öldürüldüğünü, Keke Mihal (Mikhail) ile Tomas (Thomas) arasındaki savaşı ve daha sonra resme tapınan Teofil’in (Theophilos) hükümetini –ki bu imparator İstanbul surlarını tamir ettirmiş  ve kiliselerin içinde kutsal resimler yerine hayvan resimleri yaptırmış, kutsal  resimler yaparak tanınmış olan Lazar rahiblerinin avuçlarını yaktırmış ve kendisi  kel olduğu için herkesin sanki eski Romalılar gibi sade bir duruma gelmesi için  başını traş etmeyi, kamçı cezasıyla tehdit ederek emretmişti– ihntiyar  Mihal (Mikhail) bunları hep uzaktan uzağa işitdikten sonra 840 yılında  ölmüştür. Oğllarından birisi kendisinden üç yıl fazla yaşamış ve İgnatiyos (İgnatios) ismini alan diğer oğlu da din adamlığında ilerleyerek sonunda İstanbul patriği  olmuştur.
        İmparator Ermeni Leon’un yanındaki  üst düzey memuurlardan olan Keke Mihal’den (Mikhail) kuşkulanarak onu idama  mahkum ettirmişti. İdamından bir gece önce Mihal’in (Mikhail) taraftarları  kilisede saklanarak birden Leon’n üzerine hücum etmişlerdi. Leon eline  geçirdiği pirinçten bir haç ile kendisini korumaya çalışmıştı. O sırada bir  kılıçla omuzundan yaralandı ve sonunda başı kesildi. İhtilalciler hemen Keke  Mihal’i (Mikhail) hapishaneden zencirleriyle çıkardılar ve halk boyun eğdikten  sonra zincirlerini çekiçle kestirdiler. Ve resim karşıtı olan patrik bu  mezhebin aleyhine bulunarak suçlu olan Mihal’e (Mikhail) kendi eliyle  tacını giydirdi.
        İmparatoriçe Teodoji (Theodosie) ne olacağını bilemeden yeni imparatorun emrini bekliyordu. Keke Mihal (Mikail),  hayatını kurtardığından onun da hayatına kastetmeyerek yalnız dört oğluyla  beraber bir kayıkla Kınalıada’ya gönderdi. Fakat kayığa babalarının kanlı  cesediyle dolu torba da birlikte yüklendi ve dehe sonra Romen Diyojen’in (Romanos  Diogenes) onardığı bu manastırda gömüldü. Prenslerin çığlıklarına  bakılmayarak hadım edildiler. En genci olan Teodos (Theodosios) dayanamadı  öldü ve diğerleri isimlerini değiştirerek rahip oldular.
        Kınalıada rahipleri  Mihal’den (Mikhail) yaklaşık bir yüzyıl sonra İmparator Romen’in (Romanos) hapise getirildiğini gördüler. 
        Romen Lâkapen (Romanos  Lakapenos) önce 7 nci Konstantin Posfirojenet’in (Konstantinos Porphyrogennetos) vasisiydi, sonra kayınpederi oldu. Hemen imparatorluğun kendinde olduğu düşüncesinde  olan bu kişi Konstantin’in (Konstantinos) son yıllarında tahta ortak  oldu. Oğulları tarafından oluşturlan bir gurup kişi gece sarayda uyurken birden  bire baskın yaparak onu kalın bir keten çuvala sokmuşlar ve bir sandala koyarak  Kınalıada’ya götürmüşlerdir. Orada saçları kesildi ve siyah kalın rahib  elbisesi giydirilerek bir hücreye atıldı. Bu felaket onun ahlakı üzerine etki  ederek, onu sakin bir rahip şekline sokdu. Fakat tahttan indirildikden otuz  dokuz gün sonra damadı İmparator Konstantin Posfirojenet (Konstantinos Porphyrogennetos),  Romen’in (Romanos) kızı olan karısının kışkırtmasıyla, kendi kayın  biraderleri ve Romen’in (Romanos) oğulları –ki her zaman imparator karşıtı gizli  çalışmalar yaptıklarından kuşkulanılmaktaydı– yemek yerken yakalattırmış ve  babası gibi saçlarını kestirerek, birini Burgaz diğerini Andrevitos (Anderovithos) adasına gönderilmiştir. Bunlar giderken babalarını görmek için izin almışlardır.  Babalarıyla kendisini bu druma getiren iki oğlnun gene aynı dini elbiseyi giymiş  olarak birbirleriyle görüşmeleri çok acıklı bir manzara oluşturmuştur.
        Konstantin (Konstantinos) her üçünü de bir manastıra koymak isteğinde bulunmuş ise de Romen (Romanos) kendisini çekemiyerek çocklarıyla birlikte yaşamanın çok büyük bir işkence  olduğunu söyleyerek, ayrı bir yere götürülmelerini istemiştir.
        Romen (Romanos) burada 4 yıl  yaşamıştır. Ölmeden önce bir gün bütün adalardaki rahipleri toplayarak onların  önünde hatalarını açıklama töreni yapmış ve üzerinde bir gömlekle olduğu halde  bütün yaptıkları cinayet ve günahları anlatarak bütün rahiplerden dua  etmelerini dilemiştir. Öldükten sonra Konstantin Posfirojenet (Konstantinos  Porphyrogennetos) onun cesedini İstanbul’da kendisinin yaptırdığı bir  manastıra gömdürmüştür.
        Kınalıada’daki ikinci  manastır birincisinden dana küçük olup adanın tepesindeydi. Şimdiki manastırın  önünde birkaç temelden başka kalıntısına rastlanılmamaktadır. Bu manastır İmparator  Dördüncü Romen Diyojen (Romanos Diogenes) tarafından  yapılmıştı. Romen (Romanos) yapmış olduğu gibi kendisi de burada korkunç şekilde  öldü.
        Romen (Romanos) Kiseriyalı bir  askerdi. Önce komutan, sonra vali olmuştu. İmparator Konstantin Dökas’ın (Konstantinos  Dukas) ölümünde isyancı olarak tutuklanmış ve ölen imparatorun karısı İmparatoriçe  Evdoksi’nin (Eudokia) huzuruna çıkartılmıştı. İmparatoriçe bunu affederek  kendisine koca olarak seçmiş ve böylece imparator olmuştu. Halbuki Evdoksi (Eudokia) ölen kocası Konstantin’e (Konstantinos) karşı bir daha  evlenmiyeceğine yemin ederek devlitin yönetimine getirilmiş ve üç çocuğuna vasi  olmuştu.
        O sırada Tuğrul Bey’in yerine  geçen Alparslan Asya’da her taraftan Bizans topraklarına hücum ediyordu.  İmparator ülkesini koruyabilmek için Romen (Romanos) gibi güçlü ve cesaretli  bir komtana gereksinme duyarak halkın dedi-kodusnu önemsememişti. Romen Diyojen (Romanos  Diogenes) imparator olunca ordusuyla hemen Anadolu’ya geçti ve moralini  kaybetmiş olan orduda düzeni sağlamayı başardı. Karadeniz kıyısından Suriye’ye  kadar iki yıl düşmanla savaştı. O sırada çok az İstanbul’a gelip gittiğinden  bunu Evdoksi’nin (Eudokia) gözünden düşürmek için aleyhine birçok düzenler  çevirmeye başladılar. Kendi aleyhindeki gurubun başında ölen imparatorn kardeşi  Sezar Jan Döka (Sezar İoannes Dukas) bulunurdu. Jan (İoannes) devletin kendi  elinden böyle bir sonradan görmeye geçmesini bir türlü çekemiyordu. 
        Romen (Romanos) Türklere karşı galip geldikçe bu düzenlerin bir değeri  olamıyordu, fakat tâlih artık kendisine yardım etmedi. Türklerle bir savaş sırasında  Sezar’ın oğlu Andronik Döka (Andronikos Dukas) ismindeki komutanın  kışkırtmasıyla asker firar etti. Kaçakları toplamakta başarılı olamadı. Atı vuruldu,  kensidi de birçok yerinden yaralanarak esir düştü. Alparslan onu esirler  içinden tanıyarak kendisiyle bir antlaşma yapmak koşuluyla serbest bırakmaya razı  oldu.
        İmparator, Alparslan’a 150  bin altin kurtlma bedeli ve yıllık 360.000 altın da vergi vermek koşulnu üstlendi.  Bu para o zaman için çok büyüktü. Romen (Romanos) esirlikten kurtulduktan  sonra yaralarını tedavi için yolda uzun süre kaldı. 
        Onun düşmanı olanlar  imparatoru ölmüş sanarak rahatladılar ve Sezar Döka’da (Sezar Dukas) Bursa’daki  çiftliklerinde avlanırken, onn sağ olduğunu haber alır almaz, imparator intikam  alır korkusuyla İstanbul’a koştu ve hile ile gizli tedbir almaya başladı. Saray  askerini ayaklandırarak imparator Konstantin’in (Konstantinos) büyük oğlu  ve kendi yeğeni bulunan Mihal’i (Mikhail) imparator ve devlet  yönetimini vasilikle eline alarak Romen’i (Romanos) asî îlan ettirdi. 
        Sarayda askerlerin olştrduğu  korkunun etkisiyle imparatoriçe de saltanatı terk ederek Boğaziçi’nde yaptırdığı  Piper manastırına çekilmeye razı oldu. Manastıra girdiğinde saçları kesilerek dünyadan  elini ayağını çekmesi için oğlundan bir emir geldi. Bu imparatoriçe bu şekilde hapis  olarak yirmi beş yıl yaşadı. Kendisi yazar ve edebiyatçı oldğundan çok bilinen İoniade adındaki eserini burada yazdı.
        Daha sonra Botonyat (Botaneiates),  Evdoksi (Eudokia) ve Konstantin’in (Konstantinos) oğlu yedinci  Mihal’den (Mikhail) hükûmeti elde ettiği zaman bu edebiyatçı  imparatoriçeyle evlenmek istemişse de siyasi nedenlerden dolayı bu isteğinden  vaz geçmiş, fakat o zamandan sonra Evdoksi (Eudokia) manastırdan çıkarılarak serbest  bırakılmıştır. Kendisine İstanbul’da büyük bir saray verilmiş ve ilk haçlı  ordusunun İstanbul’a gelişine, yani İmparator Aleksi Kommen’in (Aleksios  Komnenos) on beşinci saltanatına zamanına kadar yaşamıştır.
        Gelelim Diyojen’e (Diogenes),  Diyojen (Diogenes) tahtdan indirildiği haberini alınca kendini savunmaya  karar vermiş ve Anadolu’ya çekilmiştir. Kendi ülkesiyle yabancılardan çok  sayıda asker elde ederek savunmaya başlamış ve nerede ise galip olacak düzeye  gelmiştir. Kendisine barış için gelen öneriyi kabul etmemiş, fakat sonra  Andronik’in (Andronikos), beraberindeki komutanları birer birer dağıtması  üzerine durumu kötüleşmiş ve sonunda dünyadan elini eteğini çekeceği koşuluyla  dokunulmayacağına dair imparator tarafından veriylen söz üzerine saçları tıraş  edilip bir iple bağlı rahip elbisesini giyerek Atina kalesinden dışarı çıkmış  Andronik’in (Andronikos) huzuruna götürülmüştür.
        Andronik (Andronikos) onu hernekadar saygı ile kabul etmişse de İstanbul’a imparatorun huzuruna kadar  gitmesi gerektiğini söyleyerek, onu bir katır üstünde günlerce yollarda  sürüklemişlerdir. Yolda zehirlemek istediklerinden çoğu kez hastalanmış ve çok  sefillik çekmiştir. Sonunda yaralarının tedavi edilmemesi ve gözlerinin  çıkartılması için İstanbul’dan emir gelmiştir. Hernekadar dini bir söz  verildiğini bağırarak anlatmak istemişse de kimse dinlememiş ve gözleri  çıkartılmıştır. Bir taraftan gözünün yarası diğer taraftan diğer yaraları, o  yolun güçlüğüyle sıcağın etkisi altında zavallının vücudunu enkaz haline sokmuştur.  Bir öküz arabası üstünde sürükleyerek İzmit körfezine getirmişler ve oradan bir  kayıkla kendi yaptırdığı Kınalıada’daki manastıra götürüp kapatılmıştır. 
        Karısı Evdoksi (Euudokia) bunu duyunca hemen gelmiş ve ağlayarak zavallı eşini tedaviye çalışmıştır.  Fakat kocası çok yaşamayarak birkaç gün sonra ölmüş ve cesedi Kınalıada’ya gömülmüştür.
        Kınalıada’dan sonra  Antigoni (Burgaz) Adası gelir. Bu iki ada arasındaki uzaklık bir çeyrek  kadardır. Antigoni Adasına eskiden Panorm (Panorme) derlelerdi. Antigon ismi  İskender’in eski generallerinden Antigon’un (Antigone) oğlu  Demetriyus Poliyorset (Demetrius Poliorcete) milattan 298 yıl  önce boğazların serbestliği için savaşmak üzere Lizimak’le (Lysimaque) savaşa  geldiği zaman babasının ününün devamı için koyduğu sanılmaktadır. Burgaz’ın  tepesinde büyük bir manastır vardı. İstanbul’un fethi sırasında yıkıldığı söylenmektedir.  Bugün yerindeki küçük bir kiliseden başka bir şey bunumayan bu manastır  Makedonyalı İmparator Vasil (Basileios) tarafından dokuzuncu yüzyılda  yapılmıştı. Bu imparator, o zaman İstanbul’da yüz kiliseden fazlasını onarmış  ve yapmış, bir çok hastane, manastır, sarnıç yaptırmıştı. Üçüncü Mihal’i (Mikhail) öldürdüğünden halkın affetmesi için böyle şeyler yaptırmıştır.
        Burgaz Adası’nın ismini tarihte  meşhur eden acıklı olayların en önemlisi Patrik Metodiyus’dur (Methodius).  Bu patrik resimlere ibadeti kaldırmak isteyen Leon zamanında İtalya’ya kaçmış  ve Keke Mihal (Mikhail) tahta çıkınca imparatora papadan bir mektuP getirerek  gelmişti. Bir süre sonra Mihal (Mikhail) de resimlere karşı  olanların arasına girerek papanın mektubunu istemeyerek kabul etmiş ve  Metodiyus’a (Methodius) bir nedenle yediyüz kamçı attırmıştı. Metodiyus (Methodius) yarı ölü bir durumla Burgaz Adası’na götürülerek, taş mahzene konuldu. Orada  yedi yıl yaşadığı anlatılır. Kendisiyle birlikte mahzene atılan diğer iki  eşkiyadan biri öldüğü halde cesedi yanında bırakılmış ve bu çektiği azaplarla  aziz derecesine çıkarılmıştır. 
        İmparator Mihal (Mikhail) ölüp de yerine yerine Teofil (Theophilos) imparator olunca, her  ne kadar o da resimlere ibadetin karşısında idiyse de bir sorununun çözümü için  Metodiyus’un (Methodius) bilgisi ve kültüründen yararlanmak için onu hapisden  çıkartmış ve serbest bırakmıştır. Metodiyus (Methodius) bir süre  sonra gene resimlerin kutsallığı hakkında nasihat ve kışkırtmalara  başladığından gene kamçı ile dövülerek, bu kez sarayın zindanlarına atılmıştı.  Fakat patrikin dost ve taraftarları gizlice kendisini oradan kaçırmışlardı. Sonunda  gene affedilmiş İmparator, Metodiyus (Methodius) ile dini tartışmaları çok  sevdiğinden zamanla Ortadokslar’a da izin vermeye başlamıştır. Üstelik ölürken  Hazret-i Meryem’in resmini öptüğünü bile anlatıyorlar. 
        Bizans’ta bir yüzyıldan çok  süren resim karşıtlığının dini yönden tartışılması Teofil’in (Theophilos) ölümüyle son bulmuş sayılabilir.
        Karısı Teodora (Theodora),  oğlu Mihal’e (Mikhail) vekil olarak hükumet ederken eski dini geri getirerek  resimlere saygı ve ibadeti oluştrmaya çalışmış ve başarılı olmuştur. O zaman  Metodiyus (Methodius) yeniden patrik olmuştur.
        O zaman Ortodokslar için  büyük bir dini ayin yapılmış ve daha önce resimlere tapındıklarından dolayı cezalandırılmış  olan papazların hepsi her taraftan gelerek bu merasimde hazır bulunmuşlardır.  Rumlar şimdi bile o gün yortu yaparlar.
        Resim karşıtı olan eski  patrik hapsedildiği manastırda kızgınlığından deli gibi olup bütün resimleri  kırardı. İmparatoriçe onu cezalandırmak için daha önce kurşunlu derilerden  yapılmış bir kamçı ile iki yüz kamçı attırdı. Bu patrik, kendi taraftarları aracılığıyla,  patrik Metodiyus’un (Methotius) ahlaksızlığını ilân ederek intikam almak düşüncesi  vardı. Fakat bu konuda oluşturulan bir mahkemede Metodiyus (Methodius) aklandı ve  bir dinsel bir duygu ile düşmanı affetmeğe kalkıştı. Bütün resim karşıtları affolundu.  O şartla ki, her yıl yortu günü gömlekle ellerinde bir meşale ve ayakları çıplak  olduğu halde sıranın önünde yürüyüp kilisede diz üstü oturarak mezhepleri karşısındaki  suçlamayı dinlemeye bütün yaşamları süresince katlanmak zorundaydılar.
        Metodiyus (Methodius) öldükden sonra Sen Japuter (Saints Apotres) kilisesine gömüldü  ve bir aziz olarak kabul edildi.
        Burgaz’da günümüzde var  olan Saint  Jean Baptiste kilisesinin ilk binası, eşi resim karşıtı Teofil’in (Theophilos) ölümünden sonra İmparatoriçe Teodora (Theodora) tarafından yapıldığı söylenir.
        Bu kilisenin, eskiden  Metodiyus’un (Methodius) hapsedildiği yerde yapılmış olduğu sanılmaktadır.  Kilisenin ilk şekli Sen Teodos (Sainte Théodosie) kilisesi olan Gül  Camisine benziyordu. Makedonyalı İmparator Vasil (Basileios) bile bu adada  bir manastır yaptırmıştı.
        Konsantin Posfirojenet (Konstantinos  Porphyrogennetos) İmparator Romen Lakapen’in (Romenos Lakapenos) oğlu  Etiyen’i (Etienne) bu manastıra hapsetmişmiş. Rum patriki Konstantiyus (Constantios) 1832 yılında patritlikden çekildikten sonra Antigoni’ye gelmiş ve orada ölünceye  kadar (1850) oturmuştur. İstanbul’u anlatan meşhur Constantiniade isimli  eserini burada yazmıştır. Bu eserde diyor ki: “Bizans zamanında burada bulunan küçük köy yeniçeriler tarafından yıkılmıştır”.  Patrik Metodiyos’un (Methodius) hapsedildiği yeri gösteren bir yazının da blunduğunu  anlatıyor. 
        Bu adadan sonra Heybeliada  gelir. Buraya Rumlar Halki (Halky) derler. Chalcitis, Bu isim ise oradaki bir bakır madeninden dolayıdır. Bu  madenin tarih öncesinden beri işletildiği ve Moda’da sonradan bulunan bakır  külçelerinin buradan çıkartıldıkları pek olasıdır.
        Heybeliada’daki manastırlara  diğer iki adadaki manastırlar gibi ünlüler hapsedilmemiştir. Bu adanın doğal  manzarası nedeniyle sürgün yeri olarak kullanıldığı ve prenslerden buraya  çekilenler olsa bile kendi istekleriyle gelmişlerdir. Heybeliada’nın tanınmış  manastırlarından biri yedinci Yani Paleolog (İoannes Palaiologos) ve eşi  Mariya (Maria) tarafından yaptırılan Meryem Manastırıydı ki şimdi Rum Ticaret  Oklunun yerindeydi.
        1672 yılında yanan bu  manastırın yerinde şimdi Rum Ticaret Okulu vardır. 1680 yılında Yüce Divan  Tercümanı Sakızlı Nikosiyos Panayotaki (Nicosios Panagiotaki) Efendi  tarafından yaptırılmıştır. Rumlar’a pek çok hizmetlerde bulunan bu kişi Tuna’da  savaş sırasında ölmüş ve cesedi törenle buraya gömülmüştür.
        Tekrar yanıp 1196’da  imparator Komnen (Komnenos) soyundan olup Bâb-ı Âlî tercümanlarından olan ve Ulah  Beyi denilen Aleksandır İpsilanti (Alexandre İpsilanti) tarafından onarıldı.
        1828 yılındaki Rus savaşında  Rus esirleri buraya konuldu. Bir taş üstünde subaylarının isimleri yazılıdır.  1831 yılında ise bu manastır okula dönüştürüldü ve İmparatoriçe Mari Komnen’in (Maria  Komnenos) kilisesi korundu. Kilisede çok eski ve değerli eşya ve  kitablar bulunuyormuş. Çevrede birçok eski patriklerin mezarları ile Sultan Üçüncü  Murat’ın devrinde İngiltere’nin İstanbul sefiri bulunan ve 1598’de Heybeliada’da  ölen sefir Edvar Barto’nun (Edouard Barton) mezarı  bulunmaktadır. 
        Heybeliada’nın Anadolu kıyısı  karşısında olan bir çıkıntı üstünde ve tepede Aya Tariyada (Aya Triada) manastırı  vardır. Bu manastırı yaptıran, İstanbul patriklerinin en bilgilisi sayılan ve  857 yılında büyük din ayrılığını ortaya çıkaran Patrik Potiyus’dur (Photios).
        Mösyö Şelomberje (Schlumberger) eserinde «Bu manastırın Bizans zamanındaki  tarihine ve gerek o zaman ve gerekse Osmanlılar’ın hükümranlığı devrinde orada  yaşayan rahiblerin durumlarına ait tarihte açıklamalara rastlanıldığını» söylüyor. 1821’de yanmış ve Patrik Jermen (Germain) tarafından 1844 yılında  tekrar yapılmış ve Rum Ruhban Okulu’na çevrilmiştir. Heybeliada’da diğer bir manastır  daha vardır ki ismi Aya Yorgi’dir. Deniz Harp Okulu’nun arka tarafına rastlar.  Burası eskiden Kadıköy metropolitliğine bağlı iken daha sonra Kudüs’e bağlı  olmuştur. 
        Yerleşik olan adaların  şehirden en uzak olanı Heybeliada’dan biraz ileride bulunan Prenkipos (Prinkipos) denilen Büyük Ada’dır. Adalar içinde en büyük ve en önemlisi bu adadır. Bir  boyun ile ayrılan iki yüksek tepeden olşmştur. Sekiz kilometre kare kadardır ve  kıyılarında ve çamlıklarında çok güzel yerler vardır. 
        Adanın kzey-doğu tarafında Kamaraya  (hücreler) denilen İrene manastırı vardı. Eskiden İmparator Jüsten (İstinianos) ve daha sonra İmparatoriçe İrene tarafından yaptırılan bu manastırın günümüzde  maden tarafında harap ve kemerlerden oluşan bazı kalıntılarına ve yol kenarında  yuvarlak bir kule ya da sarnıç kalıntısına rastlanılmaktadır.
        Rumlar’ın İrini dedikleri İmparatoriçe  İrene Büyük Ada’nın içerdiği târihî isimlerin en önemlisidir.
        Batıda Şarlman (Charlemagne) ne ise doğuda da İrene oydu. Bu kadar büyük bir yere sahip olan İrene halktan  bir kızdı. İmparator Konstantin Kopronim (Constantinos Copranyme) bu kızı  veliahtı olan Dördüncü Leon’a eş olmak üzere seçmişti. Kocasının zamansız  ölmesiyle çocuklarına vasi yapıldı. Önce bu şekilde saltanat etmekteydi. İrene,  Araplar’a, Şarlman (Charlemagne) ve papaya karşı gösterdiği cesaret ve dayanıklılık  ve resim karşıtları mezhep gurbu kaşısında sertliği ile tanınmıştır. Fakat  saltanata hırsı o kadar çokt ki oğlu Altıncıı Konstantin (Konstantinos) erişkinliği ulaştığı zaman İrene hükümeti kaybetmek korkusuyla onu ortadan  kaldırmak istemiştir. Zaten bir kez daha hükümeti ele geçirmek içün dolap  çeviren oğlunun ahlaksız ve zayıf olması nedeniyle hükümeti yönetemiyeceğini  bahane ederek sanki ülkeyi korumak için oğlunu fedaya kadar gidip onu öldürtmek  istemişti. 
        Oğlu bunu anlayarak  Marmara’nın Anadolu kıyısına kaçmış ise de İrene’in düzeni sayesinde Konstantin’e (Konstantinos) beraber olanlar kendisini bağlayarak İrene’e teslim etmişlerdi. İrene bir daha  oğlunun hükümeti elinden alamaması için gözlerini çıkarttırmıştır.
        Zavallı Konstantin (Konstantinos) uykuda iken birden gözlerine çekilen milin acısı ile annesine lanetler ederek güçsüz  kalmıştır. Birkaç saat cannavar gibi bağırarak yerlerde yuvarlanmış ve  yaralarını tedavi ettirmek istememiş ve günlerce ağzına bir lokma ekmek  koymamıştır. Fakat yavaş yavaş bu hayata alışmış ve hapiste kalmıştır. O zaman  yirmi yedi yaşındaydı ve on yedi yaşından beri hükümet ediyordu. İrene onun  kızı Afrozin’i (Euphrosyne) de Büyük Ada’daki kızlar manastırına kapattırmıştı.
        İrene, eski büyük imparatorların  merasimini taklit eden alaylar yaptırmış, hemen batıda Şarlman (Charlemagne) ve doğuda İrene isimleri dünyanın her tarafına yayılmıştı.
        Paskalya haftasında eski  adet gereğince Sen Aputer (Saints Apotres) kilisesine giden  İrene elinde hükümet asası, başında taç ve taşlar ve inci ile süslü kırmızı  elbise ile iki tekerlekli bir zafer arabasında ayakda durarak dört beyaz at  tarafından çekilen ve atların yularlarında iki dük ve iki patris tarafından  tutulmuş olduğu halde geçerek iki tarafına paralar saçtırmıştır. Kendisine  saray şairleri yeni Semiramis derlerdi. Şarlman (Charlemagne) ile evlenmek  istediğne ait bir söylendi varsa da bu o kadar doğru olmasa gerektir. Fakat çok  geçmeden bir saray hilesi ile o da tahttan indirildi. Aslında Bizans’ta kiçik  bir saray entrikası yaklaşık olarak dünyanın yarısına hükmeden bir imparatoru  tahttan indirmeye yeterliydi. Birleşen birkaç saray subayı imparatoru tutup  başını tıraş ederek bir manastıra attılar mı halk hemen yerine geçeni  alkışlardı.
      İşte İrene de böyle oldu.  Yaptığı iyilikler ve verdiği paralarla cinayetinin unutulduğuna ve Rumlar’ın sevgisini  kazandığına emin olduğu bir zamanda kendi nedimi olan Akağa (66) Aetiyos’un (Aetios) hazırladığı düzenle bazı memurların duygusal öc almalarını sağlayarak saray  askerlerinin komutanı olan diğer Akağa Niketas ve öbür yedi Akağa ile birleştiler.  İrene bir gün Marmara kıyısındaki Eloter (Elethere) (Kalamış) sarayında otururken  muhafızları aldatarak Nikefor’u (Nikhephoros) büyük saraya sokup onun  hükümranlığını tanıdılar. İrene’ye giden askerler onu bir kapalı destgire (67) ile  saraya getirdiler ve orada hapsettiler.
(66) Akağa: Hadım ağası. (Osmanlı saraylarında hizmet gören beyaz  hadımağası.)
        (67) Destgire (Teskere, Tahtırevan): İki tarafa koşulmuş hayvanların  sırtına konularak veya insanlar tarafından taşınan kapalı gezinti sedyesi.
İrene moralini bozmayarak sonucu bekliyordu. Yeni imparator İrene’ye önce çok büyük bir nezaketle davranarak veli-nimeti (68) olduğunu unutmayacağına ve amacının ülkesine hizmet olduğunu söyleyerek devlet hazinesinin yerini göstermesini rica etti. O da Ealoter (Eleuthere) sarayında oturmasına izin verilmek koşluyla söyleyeceğini bildirdi. Fakat hazineyi ele geçirdikten sonra İrene gibi bir rakibi şehirde bırakmanın uygun olamıyacağını düşünerek, onu Büyük Ada’ya gönderdi ve saçlarını kestirerek tarik-i dünya (69) elbisesi giydirtti. Sarayın yumuşak yataklarından ayrılıp bu katı tahtalar üstünde yatınca, gözlerini çıkarttığı çocuğunun duygusal acısını anlamaya başladı. Halk giderek Nikefor’dan (Nikhephoros) hoşlanmamaya başlayınca imparator İrene’nin bu kadar yakında olmasını uygn görmerdi. Bir akşam Büyük Ada kıyısına bir kadırga yanaştı, içinden askerler çıktı ve İrene’yi alarak Midilli’ye götürdüler. Hiç kimse ile görüştürülmedi. Orada ekmeğini iplik bükerek kazanmak zorunda kaldı. Bu sefalete tahammül edemeyerek sekiz ay sonra öldü.
(68) Veli-nimet: Çok büyük iyiliği görülen kimse.
        (69) Tarik-i dünya: Dünyayı terketmiş, dünya işlerinden elini ayağını  çekip bir köşede oturan;
Yazarlar cesedinin tekrar  Büyük Ada’ya götürülüp kendi manastırına gömüldüğünü söylemektedirler. Zeyrek  kilise camisinin dışarısında İmparatoriçe İrene’nin olduğu söylenilerek  gösterilen mezarın onun olmadığı sanılmaktadır.
        İrene’den sonra başa geçen  Nikefor (Nikhephoros) daha sonra Mişel Rangabe (Mikhail Rangabe), dana  sonra Ermeni Leon’un her biri de bir şekilde tahttan indirilmişti. Bunlardan  sonra Keke Mihal (Mikhail) Hükûmeti ele almıştı.
        Mihal (Mikhail), İrene’nin  küçük kızı olan Ofrozin’i (Euphrosyne) görerek sevmiş ve onu  almak istemiştir. Fakat kendisi evli olduğu gibi Tekla (Thekla) ismindeki  karısından da bir çocuğu vardı. Bir de Ofrozin (Euphrosyne) dünyadan  elini eteğini çekme yemini etmişti. Kilise bunu kötü olarak görüyordu. Mihal (Mikhail) ise çevirdiği dolaplar sayesinde bunda başarılı oldu. Ofrozin (Euphrosyne) kraliçe oldu. Mihal (Mikhail) öldükten sonra yerine Teofil (Theophilos) geçti ve  Ofrozin’i (Euphrosyne) gene manastıra kapattılar. 
        Büyük Ada’da hapsedilen diğer  bir tanınmış kişi de imparatoriçe Zoe’dir. 
        Sekizinci Konstantin’in (Konstantinos) kızı olan «Zoe» Romen Argir (Romanos Argyros) ile evlenmişti.  Dostu olan Mihal’i (Mikhail) almak için yavaşça etki eden bir zehir ile kocası olan  imparatoru zehirledi ve hamam içinde boğdurdu. Kendisi elli üç yaşındaydı.  Dostu Mihal (Mikhail) Dördüncü Mihal (Mikhail) omak üzere başa geçti.  Fakat imparator olduktan sonra vicdan azabı içinde hasta olarak kiliseden kiliseye  koşuyordu. 
        O zaman bütün hükümet Dördüncü  Mihal’in (Mikhail) kardeşi sarayın Akağası Yani’nin (İoannes) elindeydi. Zoe onu  da ortadan kaldırmak istedi. Fakat başarılı olamadı. Gerek kocası Mihal (Mikhail) ve gerekse Akağa Yani’nin (İoannes) ısrarıyla kocasının yeğeni Mihal’i (Mikhail) velîaht ve manevi evladı olarak  almıştı. Babası kalafatçı (70) olduğundan dolayı Kalafat Mihal (Mikhail) denilen bu kişi Dördüncü Mihal’in (Mikhail) ölümüyle, yani 1041’de başa  geçince, Yani’yi sürgün ettiği gibi yeminini tersine Zoe’yi Büyük Ada’daki İrene  manastırına hapsetti. Fakat daha sonra Makedonyalı sülalelerinin iktidara  geçmesini gerektiren 1042 ayaklanması Zoe’yi hapisten çıkartıp gene iktidara  geçirmiştir. Zoe ihtiyar yaşında eski dostlarından Konstantin Monomak (Konstantinos  Monomakhos) ile evlenmiş ve onu imparator yaparak ölünceye kadar onunla  yaşamıştır.
(70) Kalafatçı: Gemi ve kayıkların tahtalarının aralıklarını üstüpü gibi malzeme. ile doldurup üzerine zift süren kimse.
Karolidi Efendi tarafından  tercüme edilip Târih-i Osmânî Encümeni Mecmuası’nda  yayınlanan Kristovulos’un «Târih-i Sultan  Mahmud Hân-ı Sânî» sinde şu satırları okuyoruz.
        «Fetih sırasında Baltaoğlu padişah emri ile gemilerinin bir kısmını  alarak Prinkipos adasının üzerine hareket etti. Adada sağlam bir kale ve kalenin  içerisinde otuz adet zırhlı yabancı asker vardı. Bu kale kuvvetle kuşatılarak getirilen  toplar ile dövüp saldırarak surun bir tarafı yıkıldıysa da yapılan çalışmalar  fayda sağlamıyarak feth edilemedi. Kalenin içerisine ateş edilmesi, padişah  tarafından emredildi ve sonunda kale alındı.» denildiğine göre Büyük Ada’da  eskiden bir kale olduğu anlaşılıyorsa da günümüzde böyle bir kalenin harabesi  görülmemektedir. Burası, maden tarafındaki İrini Manastırının bulunduğu yer olsa  gerektir.

      
Heybeli Ada’nın Büyük Ada’dan görünüşü.
Büyük Ada’da birkaç  manastır daha vardır. Bunlar sonradan onarılmışlardır. Bursa yönüne bakan en  yüksek tepedeki «Aya Yorgi» manstırıdır. «Hristos» tepesi denilen İstanbul  tarafındaki tepede de bu isim ile bir manastır ve Kartal’a karşı olan deniz  kenrında da «Aya Nikola» manastırı vardır.
        Yerleşik olmayan diğer  küçük adalar bile tarihi olaylara sahne olmuşlardır. Büyük Ada’nın Aya Nikola  Manastırı karşısında bulunan ve «Terebintos» (Terebinthos) denilen  adaya İmporotor «Romen le Kapen»’in (Romanos Lakapenos) oğlu Konstantin (Konstantinos) 945 yılında babası tarafından sürgün edilmişti. «Patrik Teodos (Theodos)»  bile 1183 yılında İmparator «Andronik Komnen»’in (Andronikos Komnenos) emriyle  bu adaya kapatılmıştı. Kınalı ve Burgaz arasında bulunan ve «Oksiya (Oxya)»  (Sivri) denilen Hayırsız Ada İmparatoriçe Teodora’nın (Theodora) oğlu olduğu  iddiasında bulunan «Gebon»’un sürgün yere olmuştur. «Nikeforiçes (Nikephoritze)»  isimli zalim Akağa bile gözleri çıkarıldıktan sonra bu adaya atılmışdır.
        Orada Patrik Anastas (Anastase) tarafından yapılan bir küçük kilis vardı.
        «Plati» (Yassı) Ada bile  sürgün yeriydi. 860 yılında «İgnas Rangabe (İgnace  Rangabe)» isimli patrik tarafından yapılan kilisenin kalıntıları günümüzde  görülebilmektedir. Bu dada Yunanlılar zamanından meşhur olan yeraltı  zindanlarının kalıntılarına bile rastlanılmaktadır ki buralara konulan mahkumlar  ölünceye kadar orada bırakılırdı.
        Patrik «Vasil Bardas (Basile  Bardas)» Sekizinci Konstantin’in (Konstantinos)emriyle  zindanlardan birine kapatılmıştı.
        Adalar İstanbul’a yakınlığı  nedeniyle her zaman düşman ve korsan saldırılarıa uğramıştır. Lâtinlerin Bizans’ı  feth etmeliri sırasında «Dandolo» adaları yağmalanmışytı. 
        Mösyö Şalomberje (Schlmberger) adalara ait yazdığı eserde diyor ki:
      «Andoronik Komenen’in (Andronikos  Komnenos) ve daha sonra ihtiyar Andorik Paleolog’un (Andronikos  Palaiologos) hükümdar olduğu zamanlarda Lâtinler bu adaları işgal  ederek oradaki manastır ve evleri yaktılar. Venedikli Kandiye korsanları Büyük Ada’daki  binaların hemen hepsini yakarak içlerindekini esir aldılar ve sonra rahipler ve  halktan oluşan bu esirleri gemilerine doldurarak İstanbul’un kaleleri önüne  geldiler. Esirleri çıplak olarak gemilerinin direklerine bacaklarından astılar  ve İstanbul Rumlarının karşısında kamçıladılar. İmparator ihtiyar Andronik (Andronikos) bu esirleri kurtarmak içün hazinesini boşalttırarak Lâtinler’e önemli miktarda ödeme  yapmak zorunda kaldı.»
Eb-ced Hesabı ve Tarih Düşürme
Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 3)
Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 2)
Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 1)
Elektronik Dünyazı Yazıları için aşağıdaki linklere tıklayabilirsiniz.
Sitemizde yer alan "Elektronik Böcek" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.
Sitemizde yer alan "Sivrisinek Kovucu" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.
Sitemizde yer alan "LED Süsleri" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.
Sitemizde yer ayan "LED'lerle İki Devre" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.
Sitemizde yer ayan "LED'li Göstergeler" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.
©2011- 2019 | H.Veysel Güleryüz
Bu bölüm çeşitli tarihi konulara yer verilecektir. İlk olarak zaman içerisinde bütün İstanbul'daki tarihi eserlin tahrib olmasına sebep olan "İstanbul Depremleri" yazısı verilmiştir.
      
      © 2011-2019 | H.Veysel Güleryüz