kitap.jpg

ESKİ İSTANBUL ABİDELERİ VE BİNALARI

Prof.Celal Esat Arseven

- Tefrika 10 -

(Geçen Bölümden Devam)

Bölüm 3

Bizans Sanatı ve yapıları

1 – Bizans Sanatı

 

Doğu Roma İmparatorlğu’nun kuruluşuyla Bizans şehrinin başkent olarak kabul zamandan itibaren şehrin sanatçıları o zamana kadar şehirde geçerli olan yerli sanatı olan Roma ile eski Yunan sanatını birleştirerek yeni bir güzel sanat tarzı ortaya çıkarmışlardı. Kendisine özgü bir kişilikle ortaya çıkan bu sanata Bizans sanatı denilir.
Bizans yazarları bu sanatın Ayasofya Camisinin yapımıyla başladığını söylüyorlarsa da Mösyö Şovazi (Chosy) (77) (Bizanslılar’da yapım tarzı) adıyla yazdığı bir kitapta bu sanatın daha önceleri var olduğunu ve ancak Ayasofya’nın yapımından sonra bu sanatın örnek kabul edilmesi nedeniyle o zamandan itibaren başladığını söylediklerini anlatıyor. Fakat Bizans sanatının başlangıcı bundan öncedir. Ayasofya’nın yapımı bu sanatın ancak kesin bir şekilde oluşmasına hizmet etmiş olduğundan, Bizans sanatına temel bir örnek oluşturmuştur.

(77) Chosy: l’art de bâtir chez les byzantis P.152

Hıristiyanlığın yayıldığı ilk devirlerde o zamanlar bulunan putperestliğin kandisine özgü sanatı vardı. Müslümanlıkta olduğu gibi Hıristiyanlıkta da ilk başlarda sanatın resim ve oymacılık yönlerine ilgi gösterilmemiştir. Çünkü sanat o zaman putperestliğin en önemli işlerinden ve ahlk dışı olarak tanınmıştır.
Museviler’de ebkiden beri resimlere karşı olan nefret ilk Hıristiyanlarda dahi görülmüştür.
Hıristiyanlığı yayanlar resim ve nakışta ve sanatın diğer bölümlerinde süs eşyalarından başka dini yaymak için bir araç olarak görmeye başladıklarından Hıristiyanlığın putperestliğe galip gelmesiyle, devletlerin resmi bir dini olması üzerine sanat için yeni bir alan açıldı.
Çünkü artık yeni dinin kudret ve gücünü göstermek için büyük ve geniş ibadet yerleri yapmak ve bunları yeni bir şekilde süslemek gereği ortaya çıkmıştı.
Papazlar İncil’i okuyamayan halka resimleri görerek Hıristiyan azizlerinin övünülecek durumlarını ve büyüklüklerini akıllarına işlemeleri isteğiyle bütün ibadet yerlerinin duvarlarını kutsal resimler ile doldurmaya başladılar.
Her tarafta yeni birçok yapı oluşturuldu. Bunların bazıları, Ayasofya ve İrene kiliseleri basilikon şeklinde ve diğerleri de Sen Aputer (Saints Aotres) ile Antakya’daki kilise gibi yuvarlak ve sekiz köşeli şekildeydiler.
İşte bu değişim bile sanatta, özellikle mimarlıkta önemli bir değişiklik oluşturdu. Yeni sanat üç etkenin birleşiminden ortaya çıktı, Hıristiyanlık, Yunan ve Doğu. Yapıların içerisine «ebedi nakış» denilecek olan mozayık yöntemiyle resimler yapılmaya başlanıldı. Tavanlar, direk başlıkları yaldızlandı. Fakat nakış kendini birden bire geçmişin etkisinden kurtaramadı. Putperestlik zamanındaki konuların anlamlarına simgesel birer şekil verildi.
Kubbe yapımı daha önceleri İranlılar tarafından kllanılmaktaydı. Süslemeye gelince, onu da doğnun mlükemmel ve görkemli süsleme konularından aldılar.
Dörüncü yüzyılda Hıristiyan sanatı devletin resmi bir san’atı olmasını izleyerek imparatorlar ve hükümdar aileleri tarafından oluşturulan sürekli istenme ve özendirme sayesinde ilerlemeye başlamıştı.
İşte o zamandan sonra bir kutsal resim sanatı İkonografi (İconographie) bile doğdu. Sözün kısası, bu sanat eski Yunan ve Roma sanatının kaynaşmasından oluşanan Yunan–Roma sanatı ve Cezayir ve Sasanî sanatıyla karışarak özel bir kişiliğe sahip olmuş ve altıncı yüzyılda yani Ayasofya’nın yapımı zamanlarına doğru artık özel bir şekil elde etmiştir. Herhalde altıncı yüzyılda, yani Ayasofya’nın yapımına kadar bu sanat doğuya özgü bir Yunan–Roma sanatı şeklinde başlamıştır.
O zamana kadar eski Yunan sanatının etkisinde bulunan ve klasik devire ait eski eserleri kendilerine önder olarak alan Bizans sanatçıları eserlerinin tümünü eski eserlere benzetmeye çalışıyorlardı. Günümüze kadar gelen bu eserlerde bu durum göze çarpar. Aslında Büyük Konstantin (Konstantinos) ve onu izleyenler tarafından Bizans’a getirilen güzel eserlerin tümü eski Yunan eserleriydi. Bu eserler Lâtinliler’in fethine kadar Bizans sanatçılarına güzel bir örnek ve eğitim aracı oldular. Bu eserler daha sonra Lâtinler tarafından parçalandı.
İmparator «Septim Sever» (Septimus Severus) zamanından itibaren Romalılar kökeni Yunan olan yatay düzende (Plates Bandes) şeklindeki yerleri bırakarak Asur kayşnaklı olan otuz yüzyıldan beri İran’da kullanılagelmekte olan kubbe ve kemer yöntemini uygulamaya başlamışlardı. Fakat «Diyokletiyen» (Diokletianus) zamanına kadar «sütun üstüne kemer» sadece süsleme amacıyla yapılırdı. Sütun üstüne kemerin bir yapısal işlem olarak ilk uyglanması «Diyokletiyen» (Diokletianus) tarafından «Espalato»’daki (Spalato) saraydadır. Bundan sonradır ki Bizans’ta Roma türü bazilika (büyük kilise)’lerin düz çizgileri kavisli çizgilere dönüştürüldü. Yani plânları yuvarlak şeklinde olan kiliseler yapılmaya ve bunların üzerine acemice alika (Pantantif Pendentif)’li kubbeler yapımına başlandı. Fakat bu şekilde büyük boyutta binalar yapılamadığı için çok müktarda kişiyi içine alamıyordu.
Bizans mimarları bu engele çözüm bulmak için, Roma bazilikalarından esinlenilen bir fikirle planlarına haç şekli ve bu haçın ortasında kalan dikdörtken kısmın üstüne de pantantiflerle daire şekli vererek kubbeyi bunun üzerine oturttular.
«Yunan Haçı» denilen ve kolları eşit olan bir haça benzeyen bu şekil daha sonra genelleşti. Tuğla kullanımı da kubbelerin yapımına büyük bur kolaykık sağladı.
Bizans imparatorlarının Hıristiyanlığı yaymak konusundaki büşük çabaları sonucunda birçok kiliseler yapıldığından, bükün yetenekli sanatçıların mimarlığa yönelmesi ve bu sayede birçok sanatçının yetişmesiyle Bizans sanatı da gelişti.
Altıncı yüzyılda imparatorluk ile din adamlarının başları arasında ayrıcalık gözetmeyen ve gerçekte hükümetle kiliseyi birleştirmekten başka bir amacı olmayan İmparator Jüstinyen (İstinianos) bu amacına ulaşabilmek için «Teral (Tralles)» (Sultan Hisar)’lı tanınmış mimar «Antemiyos (Anthemios)»’a Ayasofya’nın yapılmasını emretmişti. Kardeşi «Milet»’li (78) «İzidor (İzidoros)» tarafından devam ettirilen bu muhteşem yapıyı Bizans sanatının kendine özel esasını, yani tam ve kein bir örneğini oluşturan ve iki yıl kadar emekleyerek bu geliştirilmiş şekli arayan Bizans sanatı sonunda eski devirlerdeki görünen özellikleri ile bir özel bir şekilde tekrar etmiş oldu.

(78) Eskiden Antakya civarında ve Menderes suyu ağzında bir şehir.

İlk olarak: Yunan haçı şeklindeki planı ile (kenarları eşit bir haç).
İkinci olarak: Pantantif üzerine dayanan kubbe ile (yani kubbenin kare yüzey üzerine dikilmiş dört adet kemerin köşelerinde oluşan üçken küresellere dayandırılmasıyla).
Üçüncü olarak: Sütun üstüne kemer yapılmasıyla.
Dördüncü olarak: Kenger (enginar) yaprağı ve hayvan resimleriyle süslenmiş ve iki katlı kübik şekilli başlıklarıyla.
Beşinci olarak: Çok miktarda kullanılan Füseyfisa (79) (mozayik)’lerle.
Altıncı olarak: Yapıların harcının ağırlık ile şekil ve öneminden bağımsız olarak iç divarların çeşitli şekillerde süsler taşıyan işlenmiş mermer ve somakilerle kaplanmasıyla ki genellikle bu taşlar aynı parçanın ikiye veya dörde bölünüp yan yana konulmasından, birer çiçek ve şüşlü şekiller gibi dururlar.

(79) Füseyfisa: Küçük boncuk taneleriyle veya taş ve cam parçalarıyla süslenmiş yüzey. Mozayik.

Kiliselerin yapımında bir şekil ve yöntem daha kullanılmaya başlanıldı ki, o da «Raven (Ravenne)» şehrindeki «Sen Vital (Saint Vital)» kilisesiyle sonradan İstanbul’da Fatih Camisi civarında yapılmış olup günümüzde var olmayan «Havariyyun» (Sen Japoter-Saints Apotres) kilisesi gibi bir sekiz köşe şekli üstüne kubbe yapılmasıydı. Bu şekil günümüzde İstanbul’da, Selânik’te ve Yunanistan’daki Bizans yapılarında görülmektedir. Bunlar Bizans sanatının Önemli örneklerindendir.

S-128.jpg
Ayasofya sütunlarının birinin başlığı

Bu kubbeler üç kısma ayrılır:
1- Yuvarlar temel üzerine yapılmış kubbeler.
2- Sekiz köşeli temel üzerine yapılmış kubbeler (Küçük Ayasofya)
3- Dört köşe temel üzerine kubbe yapımı (Ayasofya)
Bizans ana mimarisinin en küçük bir kilisesini Ayasofya yapısı derecesine kadar çıkartan, birçok yazarın Bizans sanatı hakkında gelişiminin zirvesine ulaşmıştır demeleri doğru değildir. Bizans sanatı hiçbir zaman eski Yunan sanatının ulaştığı gelişim düzeyine ulaşamamıştır. Buunun da nedeni Yunanlıların eserlerinde her zaman güzelliği kendilerine kılavuz almaları ve Bizans sanatçılarının ise güzellikten çok süsü ve gösterişi önemsemiş bulunmalarındar.
Bunnla beraber Lamartin’in Ayasofya’dan söz ederken «Bir gerileme devri ve bozulma ürünü olan bu taş yığınını meydana getirenler vahşi özelliklerini göstermektedir. Bu, bugün artık yaşamayan karışık ve kaba bir zevk şeklinin anısı, oluşturulmak istenilen bir sanatın şekilsiz bir taslağıdır.» dediği gibi düşünmek de hatadır. Bizans sanatı sanat tarihi sayfalarında çokk önemli bir yer kapsar.
Bizans san’atının gerileme tohumları ise kendi içinde vardı. Çünkü sanatçılar her zaman yeniye ve süse önem verdiklerinden yeni buldukları şekiller içindeki anlatımları inceden inceye doldurarak manierizm denilen aynı bizim Türk sanatının da son devirlerinde uğramış olduğu uydurma hastalığına uğramışlar, yani şekillerin yalınlığındaki duygu ve düzenden çok ayrıntılara ait özellikteki süsler, oymalar gibi ayrıntılarla uğraşarak sanatı yok olmaya doğru sürüklemişlerdir.
Sanatın her bölümü gibi mimarlık da bozuldu ve ancak onuncu yüzyıla doğru biraz düzelmeye başladı. Bozulmaya doğru giden sanatı kurtarmak amacıyla Makedonyalı hükümdar sülalesinin beyenilecek olan uğraşıları sayesinde bir okul oluşturuld. Orada eski Yunan eserleri incelenip araştırılarak, Bizans sanatına yeni bir renk ve taze bir hayat verildi. Bu geçiş devrinde mimarlar artık şimdiye kadar gözardı ettikleri bina yüzeylerine önem vermeye ve o zamana kadar yapıların içerisine göre oldukça çirkin ve ilkel bırakan yapı dış yüzeylerinin güzelliğiyle uğraşmaya başladılar. Fakat gene de eserleri Bizans sanatına özgü olan ilkellikten kurtulamadı.
Yontma eserlere gelince, çok geçmeden kilisenin yardımından yoksun olan bu sanatçılar yontmayı ancak yapıların süslemelerinde kullandıkları gibi, bir kısmı da yontma ve fildişi oymacılığıyla uğraştıklarından heykeltıraşlak sanatı gelişemedi. İşte bu nedenle Bizans’taki heykeltıraşlık eserleri her zemen ilkellik ve acemilikle tanınır.
Ressamlar ise ya mozayıklarla ktsal resimler ya da birçok zafer gösteren veya tarihsel olayları anlatan şahnâmelerin (80) resimleriyle uğraşıp doğadaki güzelliği inceleme ve araştırmayı ihmal ettiklerinden her resime garip bir şekil veriyorlar ve nakışlarındaki yaldız, süs ve süslemeyi doğal güzelliğe yeğliyorlardıı.

(80) Şahname: Hükümdarların biyografisini manzum olarak anlatan eser.

Üstelik süslemeye olan bu sevgileri nedeniyle İsa Hazretlerini bile kendi sade elbisesiyle değil bir padişah elbisesiyle güzel ve süslü kumaşlar giyinmiş olduğu halde resimliyorlardı.
Tasvirşikenlar (resim karşıtları) devrinde ise nakışlar artık yasak olması nedeniyle kutsal resimler yapmayıp mine üzerine nakışlar işlemeye ve o zamanın zenginlerinin resimleri yapmaya başlanmışdı.
Fakat bu mezhep anlaşmazlığı ortadan kalkıp gene resime tapan ortadokslar yönetime gelince tasvirşikenler devrinde parçalanmış olan resimler ve mozayikleri onarmak ve canlandırma gereği ortaya çıkınca sanatın «dinsel nakış» bölümü canlandırıldı. İşte o zaman iki okulun varlığı önünde bulunuruz. Birisi eski sanatın araştırılmasıyla canlandırılmasına çalışan, diğeri de kilisenin yöntem ve yönlendimesine uyan okullardır. On birinci yüzyıla kadar bu böyle devam etti. O zamana doğru kilisenin etkisi eski eserleri izleyen okula galip geldi. Artık dini konular geçerli oluyor ve sanatçıların elini kilise kendi tarzında işletiyordu.
Yavaş yavaş ikonografi (Iconographie) «kutsal sanat çalışması » sanat içinde en önemli yeri alıyor ve hemen o zamanın her sanat eserinde dinsel hayat görünüyordu. Ozamanlar mozayıkların resimleri daha düzgün, resimdeki giysilerin cizgi ve büklümleri daha zarif, minyatürlerin renkleri daha nazik yapılıyorsa da görüntü yöntemi ve yayılması yönünden resimlerdeki eksiklikler gelişemiyor ve bu resimler yukarıda söylediğimiz gibi Bizans sanatına olşan o zayıflık ve ilkellikten kurtulamıyordu.
Bizans sanatçıları kendilerini böylece biraz toparlamışken eserlerinin ikinci derecedeki kısımları ve ayrıntılarında süs ve bezemelere kararlı olarak verdikleri önem nedeniyle yeni bir gerilemeye daha düşmekteydiler. Bu sırada İstanbul’un Lâtinler tarafından fethi, bu gerilemeyi çabuklaştırarak hızlandırdı.
«Karonik»’de okunduğu gibi, Lâtinler İstanbul’daki sanat eserlerini hemen tümüyle yok etmiş ve bir kısmınıa el koyduklarından sanat örneksiz kaldı. Özellikle tanınmış bilim adamları «Lizib (Lysippos)»’un yaptığı tunç atlar Venedik’e götürüldü. Konstantin Porfiroyenet’in (Konstantinos Prophyrogennetos) hipodromdaki sütunun (At Meydanı’ndaki Örme Sütun) üstünde kaplı olan ve üzeri imparatorun zaferlerini içeren resimlerle yontulmuş olan tunç kaplamaları Lâtinler tarafından para basmak için söküldü.
İstanbul’un Türkler tarafından tahrip edildiğini söyleyen bazı düşmanlık yapan yazarlara karşı gene Avrupalı yazarların sözüyle kendimizi savunabiliriz. Çünkü tarihi tarafsız olarak yargılayan yazarlarınr hemen tümü İstanbul’daki sanat eserlerinin Türkler gelmeden çok önce Lâtinler tarafından tahrip edildiğinde birleşmişlerdir.
İstenbul Lâtinler’den tekrar Rumlar’ın eline geçtikden sonra Komenen (Komnenos) ve Paleolog (Palaiologos) hükümdar soyu zamanında sanat için bir uyanma devri daha başlar. Fakat bunda da sanat gene ilkellikten ve hamlıktan kurtulamamıştır.
Sanatı geliştirmek için yapılan tüm gayretler kesin bir sonca ulaşamadan sanatçılar o zaman parlamaya başlayan İtalyan sanatından yararlanmaşa başladılar. Fakat o da çok sürmedi. Gene Türklerin fethinden önce imparatorluk siyasi ve iktisadi olarak bozularak sanat da can çekişilordu.
İstanbul’un Türkler tarafından fethinden sonra Sultan İkinci Mehmet Han’ın İstanbul halkına verdiği izin sonucunda sanatçılar ve ustaların çoğunlğu şehirde kalarak Türk yapılarının inşasında çalışmışlar ve böylece zaten eskiden beri Bizans sanatıyla ilişkide yaşayarak bu sanattan etkilenmiş olan Türk sanatında Bizans şeklinin bir kat daha görünür olmasına neden olmuşlardır.
Asya’nın kapısı hükmünde olan İstanbul, İran’dan bütün Asya medeniyetlerinden oluşmuş bir medeniyeti alıyordu. Mösyö Dil (Diehl) diyor ki: «Minecilik kılaptan (81) işlemeli ve renkli kumaşlar ve diğer birçok bezeme Bizans’a İdan’dan gelmiştir.»

(81) Kılaptan: Pirinç, bakır, kalay gibi madenlerden çekilerek gümüş ve altın yaldız kaplanmış ince metal iplik. Pamuk ipliğine sırma katılarak eğrilmiş iplik.

Bizans, Orta Çağ’da öyle bir medeniyet merkezi olmuştu ki her taraftan öğrenciler, bilim adamları o medeniyetden yararlanmak ve kültür ve bilgi edinmek için İstanbul’a gelirlerdi. Hıristiyanlık da böylece yayılıyordu. Hıristiyanlığı doğu kilisesinden alan Slavlar, Ruslar, Bulgarlar, Sırplar İstanbul din ve medeniyetinin etkisine heman her toplumdan çok bağlı bulunuyorlardı. Bu durum bu toplulukların sanatındaki çeşitli bölümlerde özellikle mimarlıkta çok belirgin olarak görülmektedir.
Ruslarda Kiyev (Kiew) şehrindeki Ayasofya kilisesi bir Bizans kilisesinden başka bir şey değildir.
Ermenistan ve Gürcistan’da Bizans mimarlığına ait çok sayıda yapılar görülür. Aynaroz’da ise Bizans sanatı bu güne kadar hemen tümüyle şeklini korumuştur. İtayla’da Raven’de (Ravenne) ise beşinci yüzyılda görülmekte olup Bizanslılar’ın hâkimiyeti ve etkileri oradan tümüyle kalkıncaya kadar sürmüştür.
İşte buradan anlaşıldığı gibi Bizans sanatının bütün batı sanatı üzerine olan etkisi reddedilemezdir. Bu etki ancak on ikinci yüzyılda kaybolmaya başlamış, Bizans sanatının İtalya ve diğer ülkelerdeki batı sanatı üzerine olan etkisinin ne dereceye kadar etkisi olup olmadığı bir çok çağdaş bilim adamı ve eski eser uzmanı bilginleri tarafından Bizans konusu adı altında uzun uzadıya incelenmiş ve tartışılmıştır.

S-133.jpg
İmparatorların giydiği sırma işlemeli kaftan (Roma’da Sen Pier (St. Pierre) hazinesinde bulunmaktadır.)

Mösyö Dil (Diehl) diyor ki: “Bizans etkisii altında iki büyük Yunanistan haline giren güney İtalya on dördüncü ve on beşinci yüzyıla kadar Bizans’ın dilini, dinini, ahlakını ve sanatkârlığını korudu. Denilebilir ki oradan ve özellikle Venedik’ten, İtalya yarım adasının her tarafına yayılan bu sanat Toskana’nın (Toscana) en eski ve örneğin «Simaboe (Cimabué)», «Doçyo (Duccio)» gibi sanatçılarının gelişmesine hizmet etti. Fakat günümüzde bazıları ulusal şeref nedeniyle bu etkiyi inkâr etmek istemişlerdir.
Fakat ne deniliyorsa denilsin, Bizans sanatının batı sanatı üzerine olan etkisi günümüzde çok açık ve inkâr edilemez bir gerçek sırasına geçmiştir: Venedik’teki Sen Mark (Saint Marc) kilisesi, Torcello kilisesiyli, «Şapel Platin (Chapelle Palatine)» ve «Monrael (Monreale)» (on birinci ve on ikinci yüzyıl) kiliselerindeki mozayıklar buna en büyük tanıklarıdır.
Bizans sanatı İtalya’da İtalyan uyanma devrini (Rönesans-Renaissance) doğurmuştur.
Hatta Fransa ve Almanya’nın güneyindeki yapılarda bile etkisi günümüzde görülmektedir. Bizans sanatı Anadolu’da bile büyük bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu gün Sadr (Sadres) (Saruhan) Efes, (Ayasulug) Filadelfiya (Phildelphie) topraklarında izlerine rastlanılır.
Suriye’de de bir Bizans sanatı yaşamıştır. Jüstinyen (İustinianos) zamanı sanatçıları orada da yeni bir sanat oluşturmuşlardır. Mısır’da da böyle olmuştur. Kendilerine özgü bir sanat sâhibi olan Araplar bile Bizans sanatına kayıtsız kalmamışlardır.
Yazar Perokop (Prokopios) «De Aedificüs Justiniani» isimli eserinde Ayasofya(yı yaptıran İmparator Jüstinyen (İustinianos) zamanında kuzey Afrika’da yapılan yapıları inceleyerek bu yapılar aracılığıyla Bizans sanatının Magrib Arapları’nın sanatına kadar girdiğini söylüyor. Araplar yedinci yüzyılda Bizans’ı kuşattıkları zaman İstanbul’da bir cami yapmışlardı ve Araplar Bizanslılar’la ilişkide bulundukları sürece birbirinin sanatından etkilenerek her biri kendisine özgü olan şekiller ve kişilikten bir kısmını diğerine vermişlerdir. Bu etki en çok Suriye taraflarında göze çarpacak derecededir. Arap sanatı Bizans sanatına güney İtalya, Venedik ve Suriye taraflarından geçmiştir.
Sicilya’da «Romen Bizantiyun (Romani Bizantin)» sanatıyla uyuşmuş ve bir karışık sanat İtalya uyanma devrine ait sanatla «Yunan–Romen» sanatları arasında bir geçit hizmetini yapmıştır.

(Gelecek Bölüm)

TEFRİKA 11

2 – Bizans Kiliseleri
Ayasofya

______________________________________________________________________________

Eski İstanbul (Bölüm 9)

Eski İstanbul (Bölüm 8)

Eski İstanbul (Bölüm 7)

Eski İstanbul (Bölüm 6)

Eski İstanbul (Bölüm 5)

Eski İstanbul (Bölüm 4)

Eski İstanbul (Bölüm 3)

Eski İstanbul (Bölüm 2)

Eski İstarbul (Bölüm 1)

Nusretiye Camisi

İstanbul Namazgâhları-6

İstanbul Namazgâhları-5

İstanbul Namazgâhları-4

İstanbul Namazgâhları-3

İstanbul Namazgâhları-2

İstanbul Namazgâhları-1

Yeni Cami Hünkâr Kasrı

Cami Alemleri

Sadaka Taşları

Eb-ced Hesabı ve Tarih Düşürme

Sıbyan Mektebleri

Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 3)

Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 2)

Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 1)

Elektronik Dünyazı Yazıları için aşağıdaki linklere tıklayabilirsiniz.

Sitemizde yer alan "Elektronik Böcek" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.

Sitemizde yer alan "Sivrisinek Kovucu" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.

Sitemizde yer alan "LED Süsleri" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.

Sitemizde yer ayan "LED'lerle İki Devre" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.

Sitemizde yer ayan "LED'li Göstergeler" yazısını görüntülemek için buraya tıklayın.

©2011- 2019 | H.Veysel Güleryüz


Çeşitli Konular

Bu bölüm çeşitli tarihi konulara yer verilecektir. İlk olarak zaman içerisinde bütün İstanbul'daki tarihi eserlin tahrib olmasına sebep olan "İstanbul Depremleri" yazısı verilmiştir.

© 2011-2019 | H.Veysel Güleryüz