İstanbul'un fethinden Kanunî Sultan Süleyman devrinde kahve keyfinin yayılmasına ve büyük şehirde ilk kahvehanelerin açılmasına kadar, berber dükkânlarının nasıl yerler olduğu hiç bilinmemektedir.
Kahvehaneler açılıp, büyüklü-küçüklü şehrin her tarafına yayılınca, berber dükkânları bağımsızlıını kaybetti ve kahvehanenin bir köşesine yerleşti. Berber esnafı da kahveci esnafına yamak sayıldılar.
17. yüzyıl ortasında, otoriter bir padişah olan Sultan Dördüncü Murad bütün ülkede kahveyi yasak edip kahvehaneleri kapattığı zaman berberler gene bağımsız oldular. Fakat padişahın ölümü ile bu yasak da kalktı ve berber dükkânı yine kahvehanenin içine girdi; Yeniçeri ocağının kaldırıldığı 1826 yılına kadar, hemen iki yüzyıla yakın devam etti.
Yeniçerilerin son devrinde bütün İstanbul esnafı arasında kahveciler ile berberler Yeniçeri ocağına kayıtlı, yahut yeniçerilik yapardı. Yeniçeri zorbalarının hemen hepsinin de gayet konforlu bir veya birkaç tane kahvehanesi vardı. Kahvehaneler her türlü uygunsuzluk ve fuhuşun göz göre göre yapıldığı yerler olmuştu.
1826'da Yeniçeri ocağını kanlı bir şehir savaşıyla kaldıran Sultan İkinci Mahmud, aynı günler içinde İstanbul'da ne kadar kahvehane varsa kapattı ve İstanbul şehri birden berbersiz kaldı.
Esnaf gedik (çalışma imtiyazı) yöntemine bağlıydı. Berber gedikleri ise kahvehane gediklerine bağlıydı. Sultan İkinci Mahmud kahvehaneleri kapatınca, berberlerin dükkân açabilmeleri için yeniden berber gedikleri oluşturuldu
Vakanüvis (tarihçi) Lûtfî Efendi H. 1243 (M.1827) kayıtları arasında şöyle anlatıyor (Anlaşılabilmesi için günümüz Türkçesine çevrilmiştir):
«Vaka-i Hayriye'den sonra Dersaadet (İstanbul) ve Boğaziçi'nde ne kadar kahvehaneler varsa ocakları yıkılarak yokedilmişti. Bunların çoğu fakir olduklarından başka, halkın tıraş olması ve yararlanabilmesi için bu kahvehanelerin berber dükkânına çevrilmesi ile vakıflardan berber gediği adıyla yeni baştan senet alınarak bazılarının açılmasına izin verildi.»
Bir süre sonra kahvehaneler gene açıldı ve gene her kahvehanenin bir köşesine bir berber yerleşti. Fakat berberler kahvehanelere bağımsız gedik sahibi olarak girdiler. Bir kısım berberler de dükkân sahipliğini korudu.
Sultan İkinci Abdülhamid devrinde Avrupa benzeri berber dükkânları açıldı ve kendilerini eski berberlerden ayırmak için «Perûkâr» adını aldılar.
İLK TRAŞ FIRÇALARI
İstanbul berberliğinde fırça büyük bir gelişmedir. Bellerinden havlular, peştemallar atıldı, yerini beyaz patiskadan iş gömlekleri aldı. Sabun leğende el ile köpürtülür, sakalları el ile ovula yıkana yumuşatılır iken, yerine sabun tasları ve traş fırçaları geldi. Yalın ayaklı, ayakları nalınlı, takunyalı kolları sıvalı çıraklar da beyaz gömlek, çorap, pabuç giydiler. Makasın, usturanın yanına saç makineleri konuldu; taslar tamamen kalktı. Müşteriler peykeye (sedirlere) oturdular, başları dize yatırılırken, baş yastıklı berber koltukları kullanıldı.
Gün geçtikçe eski berberler azaldı ve yerlerini perûkârlar aldı ve nihayet Cumhuriyete geçildiğinde de perûkâr adı bırakılarak berber ismi bu yeni dükkânların da adı oldu. Ancak yeni berber dükkânlarının eski berber dükkânlarıyla hiçbir ilgisi kalmamıştı. Yukarıda da anlattıımız gibi, günümüzün berber dükkânlarına bakarak eski dükkânlar hakkında bir fikir edinmek olanaksızdır. Eski berber dükkânları için 18. ve 19. yüzyıllarda İstanbul'a gelmiş yabancı ressamların yaptıkları resimlerden yaklaşık olarak bir fikir edinebilmekteyiz. Eski narh (fiyat) defterleri ile esnaf nizâmnâmelerinden de berberler hakkında önemli kayıtlar vardır. Bunlardan berber dükkânları hakkında bâzı bilgiler elde ediliyor.
Eski berberler aynı zamanda sünnetçi, dişçi ve hacamatçı idi; kellik, uyuz, lenfdüğümü şişkinliği, egzama gibi cilt hastalıklarına da ilâçlar, merhemler yapardı.
Dükkânların zeminin (ki genelde bir kahvehanedir) taş veya tuğla döşenmiş olması zorunluydu. Usta, kalfa ve çırak berberler dükkânda bellerine çok temiz ve genelde ibrişimden dokunmuş peştemal, futa (kumaş havlu) bağlamak ve ayaklarına nalın veya takunya giymek zorundaydılar. Kalfalarla çıraklar ise yaz ve kış nalın ve takunyalarını yalın ayak, çorapsız giyerlerdi. Çorap kirli olabilirdi, herhangi bir nedenle veya farkında olmadan ellerini ayaklarına götürebilirlerdi. Eğer ayak çıplak olursa temiz tutulmak mümkün olacaktı. Kollar da her zaman dirseklere kadar sıvanmış olmalıydı. Gömlek ve mintan kolları kirlenmeyecek, müşteri de kirli bir kol yerine tertemiz bilekler ve kollar görebilecekti.
DİZDE TRAŞ
Traş dizde yapılırdı. Müşteri peykeye (tahta sedir veya kanepe) oturtulur, berber yüzün iki tarafındaki sakal kılını ustura ile kazıyıp aldıktan sonra önce sol ayağını müşterinin oturduğu peykeye dayar, dizine temiz bir havlu koyar, müşterinin başını dizine yatırır, sağ tarafını perdahlar, sonra sağ ayağını dayar, başı öbür dizine alır, sol yanağını perdahlardı.
Sabun özel olarak yapılmış berber leğeninde el ile köpürtülür ve yüz kılları bu sabunla ve gene el ile iyice yıkanıp oğularak yumuşatıldıktan sonra ustura vurulurdu. Traştan sonra da mutlaka baş yıkanırdı; baş da «sitil» altında yıkanırdı.
Sitil berber dükkânlarında tavana asılmış orta büyüklükte ve genellikle bir maşrapa veya küp şeklindeki bir su kabıdır. Dibinde musluğu vardır; baş yıkanırken çırak leğen tutar, berber de sitilden akan su ile başı yıkardı. Sitil, berberin maddi durumuna, dükkânın yerine, semtine, dolayısıyle müşterilerinin sosyal durumuna göre topraktan, kalaylı bakırdan, yahut gümüşten olurdu. Sitiller bâzen de duvara çakılmış uzunca bir demir çubuğa asılırdı.
Çırak oğlanların bir görevi de, ustası veya kalfası müşteriyi traş ederken hasırdan yapılmış zarif yelpazelerle sinek kovmaktı.
Berberler traşa başlamadan ustura biledikleri kayışı da bellerine asarlardı.
1900 Yilinda Bir Sokak Berberi..
EVLİYA ÇELEBİ'DE BERBER
İstanbul berberleri hakkında en eski kayıt 17. yüzyılın büyük gezgini Evliya Çelebî'nin seyahatnamesinde, Sultan Dördüncü Murad zamanında yapılmış bir esnaf alayını anlatan sayfalar arasındadır. O tarihte kahvehaneler kapalı olduğu için berberlerin, kesin olarak gerçekleşememiş olduundan, kaç dükkân ve kaç kişi olduklarını yazmamıştır; şöylece anlatıyor:
«Berber esnafı -Âdem Aleyhisselâm'dan Hazret-i İbrahim'e gelinceye kadar bütün insanlar saçlı idi, berber nedir bilmezlerdi. Allah, Hazret-i İbrahim'e Kabe'yi yaptırması için ferman buyurduğunda haccı gerçekleştirdikten sonra Mina pazarında elbiseleriniçıkartmasını da emretti. Hazret-i İbrahim, oğullarıİsmail ve İshak'ı da traş etti. Böylece traş, “Sünnet-i İbrahim” oldu. Başlangıcında baş traş edip berberlere pîr olan İbrahim Nebî'dir.
«Hazret-i Muhammed'e kırk yaşında nübüvvet geldiği zaman saç sakalları uzun idi. Çünkü bütün Hâşimî ve Kureyşî halkının saçları ve sakalları uzun idiler. Hazret-i Risâlet, Mekke'yi fetih buyurdukta Kureyş büyükleri gelip müslüman oldular, Hazret-i Risâlet garîk-ı sürür ve şâdımânî olup hemen Selman Pâk'a mübarek başlarının traş edilmesini emir buyurdu. O halde berberlerin pîri Selman Pak olmuş olur. Selman Bağdâd'a yakın nehir kenarında bir âsitânede (tekkede) gömülüdür.
«Berberler o alayda tahtırevanlar üzerine kurdukları dükkânlarını renk-renk camlar, sarı pirinçden leğen ve ibrikler ile ve birçok Alman usturaları ile süsleyip bellerinde temiz ibrişim peştemallarla pırıl pırıl berber gençleri şakalar yaparak geçerler.»
Evliya Çelebî 17. yüzyılda sünnetçi berberleri yüz ve baş traşı yapan berberlerden ayrı ve onları yardımcı esnaf olarak kaydediyor:
«Sünnetçi Berber Esnafı — 300 dükkân, 400 kişidir. Pîrleri Ebül Havâkîn Muhammed bin Talha bin Abdullah'dır. Peştemalını Selman Pak bağladı. Müslüman olanları sünnet ederdi. Bunlar da arabalar üzerine dükkânlarını usturalarla süsleyip bâzı oğlanları dükkânlarında dümbelek ve kudüm ile sünnet eder şekilde geçerlerdi.»
Evliya, sünnetçiler gibi, ustura çarkçıları (bileycileri) ve ustura kuyumcularını (ustura sapı yapanları) berberlere yardımcı esnaf demektedir.
18. yüzyılın külhanbeyi şâiri Haşmet Efendi de Sultan Üçüncü Mustafa'nın kızı Hibetullah Sultan'ın doğumu şerefine yapılan şenlikler üzerine «Vekâletnâme-i Hümâyûn» adındaki eserinde, büyük esnaf alayını anlatırken berberlerin geçişini de anlatmaktadır.
Yukarıda da belirtildiği üzere, diğer esnafda olduğu gibi, İstanbul berberleri içinde en değerli belgelerden biri eski resmî narh defterleri ile esnaf hakkında İstanbul kadılığı tarafından konulmuş olan esnaf nizamı defterleridir. Aşağıdaki satırları Sultan İbrahim'in ilk saltanat yıllarında düzenlenen bir nizâmnâmeden alınmıştır:
«Berberler,
«Adam başından bir akçe alırlar.
«İsteyerek bir akçeden çok verene de, gül suyu ile saygı gösterirler.
«Ve gezici berberlerden başka, dükkânda oturanlar ibrişim peştemal kuşanıp temiz elbise giyerler.
«Sitili ve leğenlerini kalaysız kullanmazlar; ve usturalarını çok keskin yaparlar.
«Traş ve hacamat ve cerrahlarının sanatlarınıöğrenmek için öğrenci olanlara beş seneden kısa sürede icazet verilmez.
«Ancak traşöğrenmek için öğrenci olanlara iki seneden kısa sürede icazet verilmez. Üç ayda ve altı ayda başa çıkıp traş etmede becerikli olanlara ilişilmeyip elleri ham olanlar, kethüdaları ve yiğitbaşları marifetleri ile geri çırak olup traşta hizmet edeler.
«Yeni usturayı kösereye tutmaya bir akçe alınsın. Ve kullanılmış usturayı kösereye tutmaya bir akçe alınsın.»
Yeniçerilik zamanında kahvehanelerde maskot, uğur, kazanç tılısımı olarak bir florya yahut kanarya kuşu bulundurulurdu. Yeni bir kahvehane açılırken, dükkân hediyelerinin en beğenileni de süslü bir kafes içinde bir kanarya kuşu idi. Bu gelenek sonra berberlere geçti, her berber dükkânında bir florya yahut kanarya kuşu bulundurur oldu. Daha sonra bunlara isketeler, sakalar da eklendi.
İstanbul'da cumhuriyetin ilanına kadar berberlik, tellâklık ile aynı düzey ve türde bir meslek olarak görülmüştür. Hattâ sarâyda bile zülüflü ağalardan berber olanlar aynı zamanda tellâk olurlardı. Ancak halk çocukları berber olur, çıraklığından sakal bırakıncaya kadar da aşağı seviyede görülmekten kurtulamazdı.
Bir sokak berberi.
Tarih yazarı Câbî Said Efendi hicrî 1223 olayları arasında bu yüzden çıkmış bir olayı geniş olarak anlatıyor. Şöyle ki:
«Üsküdar'da Zağarcılar ocağına berber çıraklığından yetişmiş güzel ve pek genç bir delikanlı nefer yazılır. Bu asker ocağının yoldaşlarından Kürt Mehmed ile Dervişoğlu adında iki nefer «bu oğlan berberdir» diye delikanlıya kötü gözle bakarlar ve hakkında çirkin şeyler düşünürler. Fakat arzularına kolay ulaşmak için güzel delikanlıya önce arkadaşlık muhabbeti gösterirler. Onu sanki himaye eder ve kötülüklerden korur görünürler. Kesin güvenini kazandıktan sonra 16 Recep, çarşamba günü (7 Eylül 1808) uşağı alıp kıra götürürler ve üzerine saldırırlar. Delikanlı ellerinden her nasılsa kurtulur, kaçar. Fakat sırtındaki cübbesi ile tütün kesesi ve dier eşyası (pabucu, külahı, cepkeni, kuşağı) olay yerinde kalır. Olayı gelir annesine anlatır. Kadın kışlaya gidip mütecavizlerden oğlunun eşyasını ister, onlar inkâr eder: «Ne böyle bir şey oldu; ne de eşya gördük» derler. Bunun üzerine Üsküdar ustasına gider: «Eğer bunları yakalayıp, hapsetmezsen, ben sadrâzam efendimize dilekçe vermeye gidiyorum» der (o tarihte sadrâzam amansız diktatör ve yeniçeri düşmanı Alemdar Mustafa Paşa'dır). Kendi başından korkan Üsküdar ustası adamlarına, zabitlerine, Kürt Mehmed ile Dervişoğlu'nun nerede iseler hemen bulunup hapsedilmelerini emreder. Yakalanırlar ve Üsküdar bahçesi kolluğunda hapsedilir. Berber uşağının anası Bâbıâlî'ye gidip sadrâzama dilekçe verir. Alemdar da iki nefer zağarcının Babıâli'ye yollanması emrini verir. Dervişoğlu meselenin kötüye sardığını görünce, gardiyanları olan Üsküdar bahçesi Ocağı aşçısına: «Yoldaşım, bana hamam iktiza etmiştir, emniyetin yoksa beraber hamama gidelim, bir su döküneyim, çabuk döner, geliriz» der, adamı kandırır ve hamam bahanesiyle kaçar. O kaçtıktan sonra bostancıbaşımn adamı gelip: «Herifleri sadrâzam efendimiz istiyor! Üsküdar ustası ile Zağarcılar ustası ve cümle zabitler de beraber gelecek!..» deyince, Dervişoğlu'nun hamamdan dönmediğini gören aşçı hemen başından özel işareti olan külahını atar, o da selâmeti kaçmakta bulur.»
«Babıâli'de, Kürt Mehmed sadrâzamın emriyle hemen Irgat pazarında idâm olunur. Fakat kaçak Dervişoğlu ile aşçı bulunamazlar.»
Sultan İkinci Abdülhamid devrinde de buna benzer bir olay olmuştur. 1888'de Sarıyer'de ayak takımının kurduğu bir içki sofrasında bir delikanlıya: «Berbersin, elbet kalkıp oynarsın!» diye zorla köçeklik ettirilmiş, tecâvüz daha çirkin bir safhaya dökülünce mütecavizlerle genç berberi korumak istiyenler arasında bir kavga olmuştur.
DizeYatirarakTras Etme
Münir Süleyman Çapanoğlu bize berberler hakkındaki şu notları aktarmıştır:
«Eski berber dükkânlarında hatırladıklarım 1908 inkılâbından sonra Birinci Cihan Harbi'ne kadar mevcudiyetini muhafaza edebilen Yeni Cami etrafındakiler, Tahtakaledekiler, Süleymaniye'de Tiryaki çarşısındaki dükkânlardır. Hepsinde okunan bir levha gözümün önündedir:
Hamd ü minnet ol Huda'ya bize verdi devleti
Hazret-i Selman Pâkdir pirimizin şöhreti
Hem Resûl'ün berberidir ol kemâl-i zât-i pak
Gaafil olma gel traş ol eyle icra sünneti.
«Bazen da kıt'a beyit olurdu:
Her sabah Besmele'yle açılır dükkânımız
Hazret-i Selman Pâk'dir pirimiz üstadımız.
«Bazı dükkânlarda da şu mealde levhalar görülürdü:
Her kim ister râhat-i mûy-i seri
Berber Abdullah'a olsun müşteri.
DİŞÇİLİK VE SÜNNETÇİLİK
«Hemen istisnasız hepsi aynı zamanda dişçi idi: Diş tedavisi bilmezler, ağrıyan dişi bulamazlar, müşterinin ağrıyor diye gösterdiği dişi çekerlerdi. Meraklılar çektikleri dişleri atmaz, toplar, bu dişlerle, yüzeyi boyalı bir tahta üstüne örneğin «Berber Ali Usta» diye kendi isimlerini yazarak bir levha, tabelâ yaparlar ve dükkânlarının göze çarpacak bir yerine asarlardı. Böyle bir dükkân da gözümün önündedir, Beyazıt'da idi, çekilen dişlerle yazılmış levhadaki isim de «Lofçalı Süleyman» idi; güler yüzlü, babacan bir adamdı, yüzüme ilk usturayı bu Süleyman Efendi vurmuştur.
«Berberlerin üçüncü mesleği sünnetçilik idi. Bir dördüncü işleri de hacamatçılık idi. İçlerinde hekimliği ilerletmiş, yaralara bakan cerrahlar da vardı. Ağızları mühürlüydü ve yaralı hastalarının sırlarını da saklarlardı.
«Müslüman berberler bir kahvehanenin köşesine yerleşmemiş ise, dükkânı, mahallenin, semtin kahvehaneyi aratmıyan bir mahfili olurdu; yaz ve kış mangalında bir çaydanlık kaynar, dükkânda muntazam kahve takımı bulunurdu. Gayrı-Müslîm berberler ise çay ve kahve yerine likör, konyak ikram ederlerdi.
«Berberle senli benli olanlar; içkiler, rakışişeleri ceplerinde, hafif tertip çerez meze ile gelir, dükkânın bir köşesinde demlenirdi. Berberlik öyle bir meslekti ki bu gibi hâlleri hoş görmeyenin, kendisi de hoşsohbet olmayanın yüzü bu meslekten gülemezdi. Kibardan müşterilerinin evlerinde, konaklarında tertip edilen edebî meclislere, musiki meclislerine davet olunurlardı; çoğu musikiye âşina idi. Hattâ o sahada ilerleyip berberliği bırakmış olanlar vardır. Meşhur kanunî Lokomotif Şevki berberdi, dükkânı da Şehzâdebaşı'nda idi. ÛdîŞevki Bey’in de gençliğinde Şehzâdebaşı'nda berber dükkânı vardı. Kemânî Sadi'nin de babası berberdi, dükkânı Kadıköyü'nde Zambaoğlu'nda idi. Sadi'nin, bir edebî mahfil olan o dükkânda babasına çıraklık ettiğini hatırlıyorum.
«Eski istanbul berberlerinin çoğu, titizliği ve temizliği ile meşhurdu. Yalnız dükkânlarına ve kendilerine değil, kalfalarının, çıraklarının kıyafetlerine de dikkât ederlerdi. Bir müşteriye kullandıkları havlu ve peşkirleri diğer bir müşteriye asla kullanmazlardı. Zamanımızda olduğu gibi, müşteri boynundan alman peşkirin çırak tarafından silkilip, süpürülüp temiz dolabına, hattâ müşterinin gözüönünde konulduğu görülmezdi.
«1908-1910 arasında temizliği ve tatlı diliyle meşhur Rum berber Aris, dükkânı Büyük Kapalıçarşı'nın Örücüler kapısında idi. Ahmed Rasim ekseriya onda traş olurdu. Çenberlitaş'ta, Pierre Loti'nin oturduğu evin sırasında Berber Tanaş o tarihlerde elli yaşında şöhretli berberdi.
«Meşrutiyet'in ilânından sonra İstanbul berberliğinde bir inkılâp oldu; berber dükkânı«Perukâr Salonu»na çevrildi; «Nezâfet Berberi», «Sıhhî Perukâr» gibi isimler kondu; dükkânlara büyük duvar aynaları asıldı; küçük dolaplar yaptırılıp havlular, usturalar buralara yerleştirildi; saç ve sakal traşı beş kuruşa çıktı. Bazıları müşterileri bağlamak için tenzilâtlı abone kartları ihdas ettiler, adım başında berber dükkânı açıldı; rekaabet çoğaldı, gazetelerde şatafatlı berber ilânları görüldü. O yılların en lüks berber dükkânları da Sirkeci berberleri idi. En meşhuru da Selânikli Motoş'un dükkânı idi. Bu havalide gaayet meşhur bir berber de Sabah matbaasının altında (Ebussuud Caddesi patlamasında üst kısmı yıkılmış olan Tan matbaasının binası) idi; aynı patlamada yıkılmış olan Üniversite kütüphanesinin yeridir. O devrin bütün matbaacılarıorada tras olurdu; şen, hoş sohbet, kısa boylu bir Rum idi.
«Sonraları berberliği bıraktı, hayatını başka sahada kazandı. Baba Tevfik «Zekâ» mecmuasında açtığı bir güzellik müsabakasına bu Rum berberin resmini koymuştu, maalesef ismini hatırlayamıyorum. Zekâ'nın o nüshasını da bulamadım.
«Meşrutiyet'in ilk yıllarında bazı büyük berber salonlarında lavanta, kolonya, elbise ve saç fırçaları, bıyık yastığı, keten ve lastik yakalık, boyunbağı, baston, şemsiye, sabun, kozmatik, tarak, saç boyası, tuvalet suyu gibi şeyler de satılırdı.»
Istanbulda17nc Yuzyılda bir Berber Kinyaturu
İstanbul'un, dükkânlarında çalışan berberlerinden başka bir de ayak berberleri, seyyar berberler vardı. Sokaklarda, iskelelerde, meydanlarda uşak, ırgat, beygir sürücüsü, arabacı, kayıkçı, hamal gibileri traş eden ayak berberleri, zamanımızda tamamen tarihte kalmıştır. 1908 Meşrutiyeti'nden evvel çekilmiş birkaç fotograf ayak berberlerinin son neslinin anısı olarak kalmıştır, eski İstanbul hayatı bakımından oeğerli bir bilgedir.
Ayak berberlerinden Evliya Çelebi de bahsettiğine göre, bu işi Fâtih devrine kadar götürmek hata olmaz. Evliyâ'daki kayıt şudur:
«Esnâf-ı Berberân-ı Piyâdegân. Dükkânları yok, neferât 2000, pîrleri Selmân'dır. Alayda temiz, derli toplu geçerler.»
Yakın geçmişi iyi bilen gazeteci Münir Süleyman Çapanoğlu, ayak berberleri hakkında bize şu bilgiyi vermiştir:
«... Ayak berberleri sıra sıra yol kenarına, duvar diplerine dizilerek müşteri beklerdi. Müşterileri izinli neferler, ayak takımı esnaf, amele, ırgat gibiydi. 1908-1912 arası sakal traşına on para, yirmi para, saçla beraber kırk para alırlardı. Çounluğu eski güzel tâbiri ile hamdest (eli işe yatmayan) idi. Önlerinden kalkan müşterinin yüzünde ustura çentikleri görülürdü. Enseyi ustura ile kazırlardı. Bu şekilde traşlarda saç, ensede dümdüz bir şekil alır, buna da «Yenicâmi işi», «Tahtakale işi» yahut «Acem traşı» denilirdi. Bazen de bütün saçlar kesilir, yalnız tepede bir tutam saç bırakılır, bunun üstüne de «Ayıp kapatan» yahut «Kel örten» denilen kalıplara vurulmuş bir fes oturtulurdu. Bıyık düzeltmeleri de kendine özgüydü. Yalnız alt tarafından dümdüz kesilir, uçlar gayet sivri bırakılırdı. Sonra fındık yağı, yahut hacı yağı ile bükülür, burulurdu. Buna da «Bıyık terbiyesi» denilirdi.
«Bazı gür kaşlı müşterilerin isteği üzerine kaşlarını da düzeltirlerdi.
«Ayak berberlerinin çoğunun esnaf ruhsat tezkeresi yoktu, belediye çavuşlarının baskınlarına uğrarlar idi. Çavuşun geldiğini görünce iskemlesini, seyyar mangalını, zenbilini alıp kaçar, müşterilerini, yüzünün bir tarafı traşlı, öbür yanını traşsız sabunlar içinde bırakırlardı.
«Ayak berberlerinin bir de belirli bir yerde müşteri beklemeyip sokak sokak dolaşanları vardı. Mahallelerde lâübâlî bir eda ile:
«Lâhna kadar baş, on paraya traş!.. diye bağırırlardı.
«Dükkânlarda çalışanlardan ve ayak berberlerinden ayrı olarak İstanbul'da bir de hamam berberleri vardı; bunlar hem baş traşı yaparlar, hem de küçük, küçük yaraların bakımını yaparlardı. Fakat asıl işleri hacamatçılık idi. İstanbul'un büyük hamamlarında en az dört beş berber bulunurdu.»
Kaynak: Eski İstanbul'da Berberler, Reşad Ekrim Koçu, Hayat Tarih Mecmuası, 1974, Ocak, S-30-37
____________________________________________________________________________________
ESKİ İSTANBUL'DA ARABALAR VE ARABACILAR
ESKİ İSTANBUL'DA TULUMBACILAR VE YANDAN ÇARKLI İTFAİYE VAPURLARI
ESKİ İSTANBUL HAYATINDA ÇİÇEK VE ÇİÇEKÇİLİK
Çayın Tarihi ve Çay Türkiye'ye Nasıl ve Ne Zaman Geldi?
Tütün ve Enfiye İstanbul'a Ne Zaman Geldi? Eski İstanbul'da Kahveler
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 13)
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 12)
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 11)
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 10)
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 9)
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 8)
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 7)
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 6)
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 5)
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 4)
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 3)
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 2)
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 1)
Eski İstanbul (Bölüm 28) SON Eski İstanbul (Bölüm 27)
Eski İstanbul (Bölüm 26) Eski İstanbul (Bölüm 26) Eski İstanbul (Bölüm 25)
Eski İstanbul (Bölüm 24) Eski İstanbul (Bölüm 23) Eski İstanbul (Bölüm 22) Eski İstanbul (Bölüm 21)
Eski İstanbul (Bölüm 20) Eski İstanbul (Bölüm 19) Eski İstanbul (Bölüm 18) Eski İstanbul (Bölüm 17)
Eski İstanbul (Bölüm 16) Eski İstanbul (Bölüm 15) Eski İstanbul (Bölüm 14)
Eski İstanbul (Bölüm 13) Eski İstanbul (Bölüm 12) Eski İstanbul (Bölüm 11)
Eski İstanbul (Bölüm 10) Eski İstanbul (Bölüm 9)
Eski İstanbul (Bölüm 8) Eski İstanbul (Bölüm 7) Eski İstanbul (Bölüm 6)
Eski İstanbul (Bölüm 5) Eski İstanbul (Bölüm 4) Eski İstanbul (Bölüm 3)
Eski İstarbul (Bölüm 2) Eski İstarbul (Bölüm 1) Nusretiye Camisi
İstanbul Namazgâhları-6 İstanbul Namazgâhları-5 İstanbul Namazgâhları-4
İstanbul Namazgâhları-3 İstanbul Namazgâhları-2 İstanbul Namazgâhları-1
Yeni Cami Hünkâr Kasrı Cami Alemleri Sadaka Taşları
Eb-ced Hesabı ve Tarih Düşürme Sıbyan Mektebleri
Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 3) Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 2)
Bu bölüm çeşitli tarihi konulara yer verilecektir. İlk olarak zaman içerisinde bütün İstanbul'daki tarihi eserlin tahrib olmasına sebep olan "İstanbul Depremleri" yazısı verilmiştir.
© 2011-2019 | H.Veysel Güleryüz