Eski Istanbul Kirmizi.jpg

ESKİ İSTANBUL'DA TULUMBACILAR VE YANDAN ÇARKLI İTFAİYE VAPURLARI

Tulumbacilar-1.jpg

Tulumbacılar bir yangına koşuyorlar.

İstanbul'un sorunlarından en önemlisi yangındı. Şehrin baştan başa ahşap olan binalarından biri tutuşunca, alevler çok kısa zamanda çevresindekilere erişerek o semti tümüyle kül yığını haline getirirdi. 336 yıl içinde İstanbul'da 44 bin binanın yanmış olduğunu, yapılan istatistiklerden öğrenmiş bulunuyoruz. 1865'te Kumkapı yangınında 1903 bina, 1875'te Üsküdar yangınında 687 bina, 1890'da Pendik yangınında 1200 bina, 1908'de Çırçır yangınında 1500 bina, 1911' de Aksaray yangınında 2400 bina, 1912'de Ayasofya yangınında 885 bina yanmıştır. 1918 yılındaki yangın ise yangınların en büyüğü sayılmaktadır. O yıl Cibali-Altımermer yangınında yanan bina sayısı 7500'e yakındır. 1954'te Kapalıçarşı yangınında 1364 dükkân harap olmuştur.
İşte küçük bir kıvılcımın zararlarını azaltmak amacıyla bir çare düşünülmüş ve I. Abdülhamid devrinde 1781 yılında oluşan ve tam elli saat süren meşhur Cibali yangınından sonra Nemçe devletine baş vurularak:
«Yabancıların ki gibi araçlı itfaiye alınmasına karar verilmesi» düşünülmüştü.
Bunun üzerine Nemçe'den gönderilen David isimli bir Fransız Yahudi’si mühendis, bilinen çardaklı tulumbayı yapmıştır, Türkiye'de modern itfaiyeyi kuran bu adam sonraları din değiştirerek. Gerçek ya da Küçük Davud Ağa ismini almıştır.
Dört teneke su ile doldurulan bu ilk tulumbalar ihtiyaca cevap veremiyordu. Gerçekten 1864 Hocapaşa yangınından sonra 1870'te oluşan Taksim yangını da patlak verince, bu kez Avusturya İmparatoru ve Macaristan Kralı François Jozef'e başvurularak, bu işte yeüenekli bir kimse istendi. Macar asilzadelerinden Kont Zeçini'yigönderdiler.
Ailesiyle birlikte İstanbul’a gelen bu mişiye, ferik rütbesiyle itfaiye komutanlığı verildi. Kont Zeçini 1827'de kurulmuş olan yarı askerî itfaiye teşkilâtını, 26 Eylül 1874'te dört taburlu bir alaya ve bir de Bahriye taburuna dönüştürmekle görevine başladı.

Önemli yenilikler arasında, erlerin başına cilanlanmış deri enselikli pirinç kasklar, bellerine kancalı kayışlar ve baltalar verildi. Ayrıca tulumbaları at koşulu hale getirdi. Kendisi başta olmak üzere Taksim Talimhane'de ve Beyazıt'ta Bâb-ı Seraskerî (Bayezit Meydanı) meydanında, erlerine eğitim yaptırırdı. Yangın haberi duyulur duyulmaz, acı acı boru sesleri arasında beş, altı kişilik arabalar hemen harekete geçerdi.

Çiçek, Türk şiirinde ayrıcalıklı bir yer tutar. Türklerin çiçeğe karşı gösterdikleri düşkünlük, Türk ruhunun asalet ve güzel huyunun en belirgin bir şahididir. Kumaşlarımızda, halılarımızda, çinilerimizde, tahta ve bakır işçiliklerimizde, çiçek, hemen hemen, en önemlisüsleme örneği olmuştur. En gösterişsizbir Türk evinin bahçesinde, birkaç çiçek, penceresinde üç, beş saksı bulunmuştur.
Kütüphanelerimizde Türk çiçekçiliğine aitdeğerli eserler vardır. Birkaçını şöylece gözden geçirelim:
Tabip Mehmed Aşkî'nin «Lâle İsimleri» adındaki eseri, 18. yüzyılda Lâle Devri'nin değerli bir belgesidir. El yazması bu eserde, sonradan eklenenlerle beraber 1350 lâle adı vardır. SadeceTabak Ata isminde bir lâle meraklısı 401 lâle üretmiştir. Devrin meşhur lâlecileri olarak başta Şeyhülislâm Velî Efendi olmak üzere, İzzet Ali Paşa, Said Mehmed Paşa, Şeyh Mehmed Lâlezârî, Kaptan Tanburî Paşa, Üsküdar­lı Baltacızâde Mustafa Çelebi, Eyüplü Feyzullah Ağa, Lüleci Hacı Mustafa Çelebi, Beşiktaşlı İbrahim Ağa gibi 124 kişinin ismi kitapta yer almaktadır.

KÖŞKLÜLER

Tulumbacilar-2.jpg

Yangını önce Galata ve Bayezit kulesindeki gözcüler görür ve yangın «Köşklü» aracılığıyla çevreye ilân edilirdi. Bu kulelerin iki yanına gündüzleri sepet, gece de fener asılırdı. Bunlar yangın Beyoğlu tarafında ise tek, İstanbul tarafında ise çift olurdu. Yangın işaretini gören ve bu işle görevli topçular, hemen yedi parça top atardı. Böylelikle yangın ilân edilmekle beraber cevreye de bir korku sarmış olurdu. Köşklü mahallelere dağılarak bekçilere haber verir, onlar da demir uçlu sopalarını yere vura vura mahalleliye duyururdu.
Köşklüler, hızlı koşabilan kabadayılardı. Başta eğik fes bulunur, asker biçimi kısa ve kapalı yakalı, parlak düğmeli kırmızı ceket giyerlerdi. Pantolonlarının siyah bol paçaları, karakaçan denilen tulumbacı yemenisinin üzerine dökülürdü.
Enli kol kapaklarının kıvrık yırtmaçları altından sarı atlas astarını göstermek, zamanın külhanbeyi modasıydı. Elde ucu süngü gibi parlayan bir kargı ve bu kargının koştukça sallanan püskülleri vardı. Geceleri de işkembe fener dedikleri muşambadan akordeon biçimi fener taşırlardı.
Bunlar kulelerden bir çıktılar mı, belirli yerlerdeki bekçilere veya büyüklerin evlerine koşarlar, kırk, elli adım kala naravı basarlardı.
— Aaaayt, beyefendi, beyefendi, Galata' da Kalyoncu kulluğunda!...
Yoldan geçenlerin «Uğur ola» demesi lâzımdı. Yoksa «Yangın nerede,» denirse, cevap olarak okkalı bir küfür yerlerdi. Sonra bekçiler bu göreve sokak aralarında devam ederlerdi. Yangın çıkan mahallenin sakinlerinden damlarına çıkıp tedbir olarak ıslak kilim, halı sarkıtanlar görüldüğü gibi pencerelerinden Hilye-i Şerif, En'âm asanları da olurdu.
Çevreyi saran polisler arasında Zaptiye Nazırı (İc İşleri Bakanı) ve diğer paşalar, arada bir saraya durumu bildirir raporlar gönderirlerdi:
«Harik müskiyyül hitam oldu. Marzi-i hümayunlarına münafi hiç bir vaka görülmedi.»
«Müterakimin kâffesi dağılmıştır. İtfaiye-i hümayununuz begayet cansiperane bezlü gayret üzereler.»
Önemli yangınların sonucunda, ertesi günkü gazeteler yargından ganiş olarak söz ederlerdi:
«Merkez ve Birinci Fırka-i hümayun kumandanı, müşiran-ı izamdan... paşa hazretlerine murassa iftihar nişan-ı zîşanı... Zaptiye nazın maali müzahiri paşa hazretlerine bir kıta murassa Osmanî. Yaver-i hususi paşalar, mutasarrıf beyler, polis müdürü ve serkomiserlerin de ya rütbeleri terfi, ya da rnevcut nişanları tebdil kılınmıştır...»

KLASİK BİR TULUMBA TAKIMI

Tulumbacilar Resim-1.jpg

Esas konumuzu oluşturan mahalle tulumba takımları Bizans devrinden kalma sarnıçlardan, kuyulardan ve sık sık akmaz olan çeşmelerden kova, kazan ve güğümlerle su alırlardı. Takımlar, tulumbacı meclisince seçilen ağalar tarafından yönetilirdi. Per zaman resmî elbiseli olan bu kişiler, takımlarını at üstünde izlerdi.
Tulumbacıların kıyafeti, yaz, kış başlarında keçe külah, takke, kefiye veya baş açık. Üstlerinde bir fanila, altlarında diz kapaklarını biraz aşağı geçen dizlik. Ayaklar çıplak, yalnız kışın ve yağışlı havalarda, dikişli yemeni. Bu yemenilerden en iyisini son zamanlarda Çeşme meydanında Şakir Usta ile Ali Baba imal ederdi. Giyimler takım olarak tekdüzeydi. Örneğin Çeşmemeydanlılar kırmızı fanila, beyaz dizlik giyerdi.
O devrin tulumba takımlarını bir bakıma şimdiki futbol takımlarıyla kıyaslayabiliriz. Gercekten sürekli olarak birbirleriyle bir yarışma halinde bulunur; halk da şu veya bu takımı tutardı.
Takım: İkisi öncü, diğer ikisi de artçı olmak üzere dört kişiden oluşurdu. Bunların gerisinden değiştirici diğer takımlar gelirdi.
Baş Reis: Koğuşta sandık kalkarken takımları adamına göre tayin edip, yangına giderken de at üzerinden en geriden gelmek suretiyle takımının düzenle gidişini kontrol ederdi.
İkinci Reis: Sandığın yanında, bir eli sandığın kenarında olduğu halde koşar ve yorulan takımı seslenmek suretiyle değiştirirdi. Şahıslar isimleriyle çağınlmayıp, koğuşlarındaki tertiplerine göre hitap edilirdi. Örneğin «Al Muşlu» dedi mi, tulumbacıların en boyluları, daha çok birbirlerine boy ve kuvvet bakımından uygun olan bu baş takım sandığa girerdi. Genelde geçit yerlerinde ve merasimlerde sandığı bunlar alırdı. Diğer takım isimlerini «Murad», «Sarızeybek» diye anabiliriz.
Borucu ile Fenerci ve iki baskı kolunu taşıyan iki kişi sandığın önünden gider, hortumcu da arkadan gelirdi. Sandık, yangın yerine boş olarak gider, oradaki kırbacılar, sakalar aracılığıyla kuyu ve çeşmelerden suyu temin edilirdi. Tulumba kolları nöbetleşe basılırdı. Tulumbanın en biçimlisini Bahriye üsteğmeni Kör Halit evinde imal ederdi (Şaşı olduğu için bu lakapla anılırdı).
Tulumbacıların bu işlerindeki kazançlarına gelince; yangın yerinde, yangın iyice sönünceye kadar nöbetçi kolu olarak bir sandık bırakılır. Bina sigortalı ise, oraya gelen sigorta memuru tarafından yangını söndüren sandığın ikinci reisine bir makbuz verilir ve ertesi gün baş reis veya ikinci reis tarafından sigortadan ücreti alınırdı. Ev sigortalı değilse, sahibi tarafından orada kurban kesilir, baş reise de takımı için «Birer kahve içersiniz» diyerek bir veya iki sarı lira verilirdi.

TULUMBACILIK ZEVKİ

Tulumbacılığa meraklı olanlar; her ne işte olursa olsunlar, köşkten veya kuleden yangın haberini alır almaz işini bırakıp derhal sandığın başına koşarlardı. Bir gün Aksaray noktasını bekleyen Kâtip İsmail adlı bir polis memuru, önünden geçen tulumbayı görünce, görevini terk edip bir yandan koşarken, öte yandan da elbisesini soyunmuş ve sandığın içine koymuştur.
Gene Kocamustafapaşalı İbrahim Câsim adındaki diğer bir polis memuru da karakolda olsa bile koşar, resmî elbisesini sandık başında soyunur, tulumba koluna asılırdı. İşgal senelerinin Galata merkez memuru Tulumbacı Mustafa da lakabı gisi tulumbacılık yapardı.
Meraklı tulumbacılardan Tatar Zekeriya, Çeşmemeydanı sandığı reisi Sırrı Bey'le at üzerinde yangına giderlerken, çıkan karışıklıkta saldırma ile kolundan yaralanmış ve kesilen kolu nedeniyle Çolak Zekeriya diye anılmıştır. Sonraları bu kişi gene bir yangın dönüşünde Meyit yokuşunda Sırrı Bey'i bıçaklayarak öldürmüştür.

BİR YANGIN DÖNÜŞÜ ANISI

1919'da, Dördüncü Daire (Cerrahpaşa) tulumbacıları koğuşlarında yatar kalkar, gündüzleri de sahildeki kum motorlarından 30 kuruş günlük ücret ile kum çekerlerdi. Osman Ağa yönetimindeki sandığın reisi de Siirtli Hello Hasan idi.
Bu Dördüncü Daireliler öteden beri Davutpaşa Mahkemesi sandığı ile zıt giderdi.
Bir gün Çarşıkapı'da oluşan bir yangına giden bu iki rakip sandık yangın yerine ulaştıklarında, ateşin çoktan sönmüş olduğunu gördüler. Beyazıt'tan Aksaray'a doğru geriye dönen Davutpaşa Mahkemesi sandığı ile Şehzadebaşı tarafından çıkan Dördüncü Daireliler, Lâleli'de karşılaştılar. Kalabalık oluşlarına güvenen Daireliler' den, Karakaş Mustafa bir nara atarak:
— İste Dört Daireli!...
Demesiyle beraber sandığı öne atıldı.
Böylece tulumbacıların geleneksel yarışlarından birinin daha işareti verilmiş oluyordu. Bunu gören Topal Basri durur mu, o da karşı narasını savurduktan sonra:
— Eğer bu sandığı önünüzden kaçırırsanız, size verdiğim gündelikleri haram ederim, diye gürleyince, Davutpaşa Mahkemesi sandığı da peşlerinden koptu gitti. «Heeeyt karada kaplan, denizde aslan...»
Yalnız bu yarışın özelliği başkaydı. Çünkü önden giden sandık birinci takımdan, geriden gelen sandık ise ikinci takımdan oluşmuştu Görenler Davutpaşalılar’ın yetişeceğine olası görmüyorlardı. Ancak böyle olmadı. Davutpaşa Sandığı rakibine tam Aksaray karakolu önünde yetişti. Yenilgiye uğrayan Daireliler hırslarından omuzlarındaki sandığı parçaladılar.
Bu durumu öğrenen Osman Ağa, çok hırslandı. Sandığında ne kadar şehir çocuğu varsa hepsini daireden çıkarttı. Onların yerine otuz kadar rıhtım gümrük hamalını dairesine tulumbacı olarak yerleştirdi.

1810 Yılındaki Tanınmış Tulumbacılar

Çeki Rıza                              : İkinci Daire Ağası (Şehzadebaşı)
Köfteci Süleyman              : Sonraki
Kör Osman                          : Dördüncü Daire Ağası (Cerrahpaşa) Carrehpaşa hastanesi karşısında bir tulumbacı koğuşu vardı.
Kör Ahmed                          : Altıncı Daire Ağası (Beyoğlu)
Galip Reis                             : Ceşme meydanınınçapkın, süslü giyinen efendi tulumbacı reisi.
Remzi (Derli)                       : İkinci Reis (1308 doğumlu)
Hulusi Bey                           : Aksaray baş reisi
Çerkeş Hurşid                     : Fehim Paşa’nın kabadayı tulumbacılarından
Arap Hüsam                        : Şehremini tulumbacısı
Arap Mustafa                     : Mevlânakapı tulumbacısı
Arap Şaban                         : Koca Mustafapaşa tulumba reisi
Kâtip İsmail                         : Koca Mustafapaşa tulumba İkinci reisi
Topal Basri                          : Davutpaşa mahkemesi son devir tulumbacısı
Timur Reis                           : Fatih Sandığında
Arap Osman                       : “                   “
Hüseyin                                : Kardeşi
Arap Aziz                             : Mengene (Cİftehavuzlar) semtinin reisi
Beygirci Mehmed              : Çarsıkapı semtinin tulumba reisi
Kör Suphi                             : Çarşıkapı semtinin tulumba ikinci reisi
Ahmed Reis                         : Odunkapı (Keserciler’de) sandığı reisi
Kâzım Reis                           : Odunkapı (Keserciier’de) sandığı reisi (sonraki)
Arap Ziver                           : Cİbalİ sandığı reisi (Vapur ıskelesine giren sokağın solunda koğuşları vardı.)
Yorgancı Avni                     : Cİbali sandığı reisi (Sonra aynı yerde meyhanecilik yaptı)
Sarı Hafız                             : Usküplü sandığı reisi (Cami içinde idi) kabzımallık yapardı.
Kara Haf. Mehmed:          . Usküplü reisi (Sonradan buradaki caminin imamlığını yaptı)
Arap Ali                                : Galata sandığı reisi
Bahri Bey                             : “                   “
Kasımpasalı Nuri                : “                   “
Tatar Yakup                        : “                   “
Pamukçu ihsan                  : Oldukça zengin aklyı bir kabadayı olup, meraklı tulumbacılardandı. Genelde masrafları o görürdü.
Aşir Baba                             : Tulumbacı reislerinin bindiği, pîyasanın en iyi atlarına sahipti. (Unkapanı’nda tulumba yoktu}

TULUMBACILAR, KÖŞKLÜLER, KÜPLÜ TAKIMI

İstanbul’un başıboşlularının bir kolu da tulumbacılar sınıfıdır. Bu sınıfa heves edenlerin çoğunluğu müslüman gençlerinden olduğu için bunların, önce çocukluklarının zamanından söz edelim.
Ana-baba, çocuklarını okuyup eğitim görmesi için okula verirler. Çocuk bir süre okula devam eder. Bunlann arasında ele avuca sığmayan yaramazları, bir zaman gelir ki, okula gidiyorum diye evden çıkar, bir gün önce kendilerini kışkırtan arkadaşları ile birlikte okuldan kaçıp oyun yerlerine giderler. Köşe başların da zar atarlar ve denize girmek için deniz kenarlarında ve tulumba talimi yapılan yerlerde akşamı ederler. Akşam da, okuldan geliyoruz, diye evlerine dönerler. Bu durum çocuklara o kadar tatlı gelir ki, artık alışkanlık halinde bütün günlerini bu gibi yerlerde geçirirler. Deniz kenarına gittiği günlerden birinde tulumbacı takımından bir sandalcı bunları görerek dost olur, sandalına alır. Çocukların bir kısmı kürek çekmeye ve yelken açmaya ve bir kısmı balık tutmaya hevesli olduklarından biraz kürek çeker, yelken açar ve olta alarak balık tutmakla eğlenirler. Sandalcının yardımı ile tuttukları balıkları pişirmek isterler. Yarım gaz tenekesinin içine biraz kömür koyup ateş yakarlar ve balıkları pişirmeye başlarlar. Sandalcı başaltından rakı şişesini çıkanr. Çocukları da içmeleri için kışkırtır ve içirir, içlerinden bazıları evlerine geç kaldıklarından üzülünce sandalcı hemen söze karışarak (Okula gidip de ne olacaksınız sanki, her gün hocadan azar işitip dayak yiyorsunuz. Bakın ben i'dadi (lise) ikideydim, bir dalgasına getirip mektepten kovuldum, kocakarı da evden kovdu, şimdi bakın bey gibi yaşıyorum. Yangın olursa giderim. Orada kıyak dalavera döner. Bir dalga çevirdin mi, parası insana bir sene yetişir) diyerek ve daha buna benzer birçok kandırıcı kelimeler ekleyerek çocukların akıllarını çeler. Artık çocuklar iyice haylazlığa alışıp ne okula giderler, ne de evde dururlar, her zaman bu gibi yerlerde serserice dolaşmaya başlarlar. Bir aralık sandalcı bunları tulumbacılığa teşvik eder. «Önce meyhanede biraz atarız, sonra bizim koğuşa gideriz, orada darbuka, zilli maşa ve kıyak çiftetelli oynayanlarımız vardır, sabaha kadar vur patlasın eğleniriz» der. Çocuklar gereken çağa gelmiş ve bu gibi eğlencelere de meraklı olduklarından kolaylıkla buna razı olur ve koğuşa gitmeye karar verirler. Sandalcı, tulumbacı reisini görür ve durumu anlatır. Akşam meyhanede biraz atıp doğruca koğuşa giderler.
Koğuşun içerisinde sırasiyla yataklar dizilmiş ve reise özgü yatağın baş ucunda bir fener ve yanında bir kamçı, iki adet baskı, kolu yarım gocuk, darbuka, zilli maşa asılmıştır.
Bu durumu görünce, çocukların hoşuna gider. «Biz de koğuşa yazılırsak bizim de böyle yatağımız olacak» diye heveslenmeye başlarlar.
O sırada içeriye, kolunda üç sıra sırmalı reis nişanı, başında sıfır numara kalıplı fes ve fesin kenarında ipekli bir mendil sanlı, belinde Girit kuşağı, ayağında yumurta ökçeli iskarpin, sol omuzundan asılmış bir köstek olduğu halde kendine özgü bir çalım ile câmedanın (gardropçu) kolunda reis girer ve makamına oturur. Bu sırada herkes ayağa kalkmaya mecburdur. Reisi izleyerek Künkçü, Borucu, Hortumcu, Fenerci gibi görevlilerle tulumbanın diğer kişileri birer birer gelirler.
Tulumbacı takımı koğuşta tamamlanınca çocuklar hepsine tanıtılırlan ve birbirleriyle konuşmaya başlarlar. Reisin emri ile (soba kurulur). Bu meclis demektir, tulumba erkânı arasında müzakere vapılır, delikanlıların heves ve istekleri ortaya çıkar ve hepsini tulumbacılığa kaydederler. Artık tulumbanın beşinci takım fertleri olmuşlardır. Ayaklarına birer çift tulumbacı yemenisi, dizlerine beyaz dizlik, bellerine birer kuşak, sırtlarına yarım kukuletalı ceket giydirirler. Bunların ücreti tamamen koğuş sandığından ödenir. Gündüzleri tulumba eğitimi ile meşkul olurlar ve artık yangına da gitmeye başlarlar.
Yangın olan yerlerde mülk sahiplerinden alınan ücretler koğuş sandığına ait olmak üzere reiste kalır. Her gün için bir mecidiyyeye (20 kuruşluk gümüş para) bir kuruş faiz ödenmek koşuyu ile reis tarafından bu delikanlılara sermaye verilir. Bu sermaye ile mahallelerin çarşılarında mevsimine göre balık, üzüm ve mesire yerlerinde dondurma satarlar ve birkaçı bir araya gelerek kavun-karpuz sergisi açarlar. İçlerinden biri, bir ara reisle bozuşup koğuştan kaçar. Galata ve İstanbul yangın kulelerinden birine başvurarak köşklü yazılır. Oranın bir çift ekmeği ve bir mecidiye de aylığı vardır. Sırtına giydiği kırmızı ceket de kuleden verilir. Kendisine bir harbe (kısa mızrak, süngü), bir fener, bir de toka teslim edilir.
Köşklünün görevi, yangın olduğunda kendisine verilmiş olan bölgenin sınırına kadar gidip yangın çıktığını konaklara ve bekçilere haber vermek, nöbetçi olduğu zamanlarda kulede dolaşarak yangını gözetlemek ve yangın çıktığında kule ağasını hemen uyandırmaktır. O anda köşklü ile kule ağası arasında şöyle bir konuşma geçer:
— Ağa bir çocuğun oldu.
Kız mı? Oğlan mı?
Üsküdar, Galata ve Boğaziçi tarafları kız, îstanbul tarafı erkek sayıldığı için köşklü, ağanın bu sorusuna ona göre cevap verir.
Ağa hemen kalkar, dolaptan bir çanak maytabı çıkarıp yakarak İcadiye’ye işaret verir. Orası da haberi alınca, yedi parça top atarak yangını ilân etmiş olur. Yangın söndürülünceye kadar, kulenin fenerleri asılı durur.
[Konusu açılmışken şunu belirtelim ki; İstanbul'da ve Üsküdar, Galata, Eyüp semtlerinde yangın çıktığında halka hemen haber verilmesi için Harbiye Nezaretinde (şimdiki İstanbul Üniversitesi) bulunan yangın kulesine fener asılmasiyla birlikte maytap yakılıp Vaniköyün’deki İcâdiye Köşkü civarında Kenan Tepesine işaret verilmesi için memurlar gönderilerek 5 parça top atılması 1840 tarihinde usul edinilmiş ve daha sonra bu, 7 topa çıkarılmıştır.]
Köşklü yazılan delikanlı içkiye çok düşkün olduğundan görevini tam olarak yapamazsa kuleden kovulur. Diğer arkadaşlarından birkaçı Unkapanı, Tophane, Üsküdar taraflarında kira beygirleri sürücülüğüne girmiş olduklarından onların yardımıyla o da beygir sürücülüğüne başlar. Fakat içki belâsı ile bu işte de hayır etmez ve artık serserice dolaşır durur.

KÜPLÜ TAKIMI

Bunlardan daha sefil bir sanat vardır ki, o da küplü takımıdır. Son dereceye varan sarhoşluğu yüzünden hiçbir işe eli varmayan ayyaş takımının, rakısı su küpünde durduğu için küplü adı verilmiş olan meyhaneye düşerler. Bu küplü meyhanesi, Galata'nın en izbe bîr yerinde olup âdeta bir batakhaneyi andırır, dışardan içerisi görünmez, dükkân kapalı zannedilir, içerde iki adet kınk iskemle ile ayakları kıvrılmış, üzeri pis, murdar bir masa vardır. Meyhanecinin vüzü gözü berbattır. Tezgâh namına, sedir üzerinde bir-kaç şişe ile paslı bir teneke maşrapa vardır. Bu maşraba elli dİrhemliktir. Müşteri on para verir, bu maşrabadaki rakıyı içer, bunun lezzeti sulu gazdan az farklıdır. Buraya devam edenler, içip içip meyhanenin bir köşesine kıvrılır yatar, bunlar meyhanenin kıdemli müşterileridir. Bunlardan bazıları da küplüde içip Karaköy Hamamı’nın külhanında gecelerler. Bir gecelik ücret on paradır. Öte yandan açıkta yatıp yıldızları sayanları da vardır.
Küplüye devam edenler, gündüzleri, eski tanıdıklarından bazı kimselerin önlerine çıkıp (Mevlâna bizi unutma, dem parası) gibi anlamsız sözlerle para isterler ve aldıkları parayı doğruca küplü meyhanesine götürürler. Bu küplü müdavimleri gece ve gündüz böyle sarhoş halde mahvolup giderlerdi.
Bu durumun uzun bir süre devam ettiği söyleniyordu. Daha sonraları İstanbul gençlerinin askerlik hizmetine alınmaları ile bu gençler için bir köşede sefalet içinde yaşamak artık tarihe karışmıştır.
Not: Ali Rıza Bey'in anlattığı bu iki tip tulumbacı, şüphesiz İstanbul hayatında yaşamıştır. Yalnız, tulumbacılar içinde devrin ünlü sporcuları da yer almış, hattâ Babıâli Kaleminde çalışan kâtip tulumbacılar, yangın çıktığı ilân edildiği zaman, işlerini bırakıp bağlı oldukları tulumbacı koğuşuna koşarlardı. Tulumbacılık tarihi, ayrı ve uzun bir dönemdir. Burada anlatılan, İstanbul'un başıboş serseri takımıdr.

YANDAN ÇARKLI İTFAİYE VAPURLARI

İlk yıllarda bir vapur itfaiye görevi için geceleri devamlı nöbet tutardı. İtfaiye vapuru Üsküdar İskelesi'nde sabaha kadar bekler, Boğaziçi'nde bir yangın başladığı zaman tulumbacıları sandıklarıyla alır yangın mahalline giderdi. En başta Galatasaray sandığı olmak üzere tulumbacılar vapura gelir, yol boyunca yangının nasıl söndürüleceği konusunu konuşurlardı. Yangın söndürüldükten sonra yine aynı vapurla is, kir, pas içinde geri dönerlerdi. Bu itfaiye vapuru nöbetini daha çok 41 numaralı Metanet ve 42 numaralı Resanet vapurları yapıyordu.


Metanet No. 41

41 Metanet-1.jpg

Metanet Boğaziçi'nde seyirde.

1892 Yıyında İngiltere'de inşa edilen, Metanet ve kardeşi Resanet vapurları 230 tonluk, 58,8 metre boyunda ve o dönemin birçok gemisi gibi yandan çarklıydı. 1892'nin Temmuz ve Ağustos aylarında hizmete girdikten sonra genellikle Köprü-Üsküdar arasında çalıştılar. Metanet, Nisan 1915'te ordunun hizmetine verildi. Marmara Denizi'nde asker ve mühimmat nakliyatı ile görevlendirilen vapur 6 Aralık 1915'te Erdek Limanı'nda Akbaş'a götürmek üzere yükleme yaparken, İngiliz denizaltısı E-ll tarafından top ateşiyle sığda batırıldı. Ocak 1916'da tekrar yüzdürülerek onarıldı ve kömür gemisi haline dönüştürüldükten sonra hizmete alındı. Karadeniz'de kömür nakliyatıyla gö­revlendirilen Metanet, 21 Eylül 1916'da Karadeniz Ereğlisi'nde bulunduğu sırada Rus savaş gemisi Imperatritza Ekaterina tarafından görüldü ve yoğun top ateşiyle tahrip edilip batırıldı.

Metanet bir yangına giderken.

41 Metanet-3.jpg

41 Metanet-4.jpg

Savaş gazisi Metanet onarım için Haliç Tersanesi havuzunda..

Resanet No.42

42 Resanet.jpg

Resanet, ikizi olan Metanet vapuruyla birlikte Mayıs 1915'te ordu hizmetine verildi. Resanet, 11 Mayıs 1900'de Köprü'de yangın nöbetindeyken, Haliç'e giren bir başka vapurun çarpmasıyla sulara gömüldü. II. Abdülhamid'in emriyle Haliç'ten bir ahşap havuz getirilerek sudan çıkarılıp tamir edildi, adı Eser-i Merhamet olarak değiştirildi ve 1901 yılında tekrar hizmete girdi. Karadeniz'de kömür nakliyatıyla görevlendirilen Resanet, 24 Nisan 1916'da Rus denizaltısı Tyulen tarafından Akçakoca yakınlarında top ateşiyle yaralandı. Ağır yaralanmış, yer yer yanmış halde karaya oturan vapur, mürettebatının gayretleri ve Ereğli'den gönderilen yardımla yüzdürüldü ve basitçe onarıldı. Haziran 1916'da Nusret mayın gemisi tarafından çekilerek Karadeniz Ereğlisi'ne götürüldü, onarıldı ve Ağustos 1916'da tekrar hizmete girdi, 1919'da harbin bitmesiyle Şirket-i Hayriye'ye iade edilen Resanet, aynı yıl sökülmek üzere satıldı.

Kaynaklar:
Hayat Tarih Mecmuası, 1965, Ekim, Sayfa 78-82
Bir Zamanlar İstanbul, Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, Tercüman 1001 Temel Eser dizisi No:11.
Vapurlarıyla İstanbul, Adil Bali, İstanbul Büyükşehir Beyediyesi Yayını, 2020

____________________________________________________________________________________

Eski İstanbul Hayatında Çiçek ve Çiçekçilik

Çayın Tarihi ve Çay Türkiye'ye Nasıl ve Ne Zaman Geldi?

Tütün ve Enfiye İstanbul'a Ne Zaman Geldi? Eski İstanbul'da Kahveler

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 13)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 12)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 11)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 10)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 9)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 8)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 7)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 6)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 5)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 4)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 3)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 2)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 1)

Eski İstanbul (Bölüm 28) SON Eski İstanbul (Bölüm 27)

Eski İstanbul (Bölüm 26) Eski İstanbul (Bölüm 26) Eski İstanbul (Bölüm 25)

Eski İstanbul (Bölüm 24) Eski İstanbul (Bölüm 23) Eski İstanbul (Bölüm 22) Eski İstanbul (Bölüm 21)

Eski İstanbul (Bölüm 20) Eski İstanbul (Bölüm 19) Eski İstanbul (Bölüm 18) Eski İstanbul (Bölüm 17)

Eski İstanbul (Bölüm 16) Eski İstanbul (Bölüm 15) Eski İstanbul (Bölüm 14)

Eski İstanbul (Bölüm 13) Eski İstanbul (Bölüm 12) Eski İstanbul (Bölüm 11)

Eski İstanbul (Bölüm 10) Eski İstanbul (Bölüm 9)

Eski İstanbul (Bölüm 8) Eski İstanbul (Bölüm 7) Eski İstanbul (Bölüm 6)

Eski İstanbul (Bölüm 5) Eski İstanbul (Bölüm 4) Eski İstanbul (Bölüm 3)

Eski İstarbul (Bölüm 2) Eski İstarbul (Bölüm 1)   Nusretiye Camisi

   İstanbul Namazgâhları-6   İstanbul Namazgâhları-5   İstanbul Namazgâhları-4

   İstanbul Namazgâhları-3   İstanbul Namazgâhları-2   İstanbul Namazgâhları-1

   Yeni Cami Hünkâr Kasrı   Cami Alemleri   Sadaka Taşları

   Eb-ced Hesabı ve Tarih Düşürme   Sıbyan Mektebleri

   Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 3)   Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 2)

   Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 1)


Çeşitli Konular

Bu bölüm çeşitli tarihi konulara yer verilecektir. İlk olarak zaman içerisinde bütün İstanbul'daki tarihi eserlin tahrib olmasına sebep olan "İstanbul Depremleri" yazısı verilmiştir.

© 2011-2019 | H.Veysel Güleryüz