İstanbul tarihinde geçen olayların en önemlilerine sahip olan ve içerdiği zenginliklerle ünlü olan Bizans saraylarından günümüzde hemen hemen hiç biri kalmamış gibidir. Hipodrom ve Ayasofya civarındaki büyük saraydan bir eser yokdur. Zaten bu saray Türkler’in İstanbul’u fethinden çok önce harap olmuştu. Diğer saraylardan da ancak Çatladıkapı’daki Bukoleon Sarayı ile Balat’ın üs tarafındaki Tekfur saraylarının birkaç duvardan ibaret olan harabelerinden başka bir şey kalmamıştır. İşte bu bölümde de bu saraylardan sırasıyla söz ederecğiz.
İmparator Konstantin (Konstantinos) Roma imparatorluğnun başkentini eski Bizans şehrine aktardığı zaman hükümdarılık ve ruhbanlık makamının kendisine verdiği azametle uygun bir saray yaptırmayı düşünmüş ve Ayasofya’nın yanında Marmara’ya yönelik olan Ahırkapı’nın üst sırtlarını seçerek, oraya büyük bir saray yaptırmıştı.
Bizans’ta imparator ayin zamanında ruhsal başkan (baş piskopos) olarak kendilerini insanlar üzerinde tanrı tarafından görevlendrilmiş saydıklarından o görevlerini halkın üzerindende etki edebilecek şekilde görünmek istediklerinden, saraylarına çok fazla özen gösterir ve onları altın mazayikler, oyma somakiler ve değerli taşlarla süslenmiş tahtlar, çeşmeler, havzular, sütunlar sözün kısası, o devrin her dürlü bezeme araçları ile süslerlerdi.
Büyük saray da bu düşünceyle yapılmış bir saraydı.
Büyük saray hakkında araştırmalarıyla tanınmış eski eser uzmanı Mösyö Labart’a (Labarte) göre bu saray, yapıları ve bahçeleriyle Ayasofya ve Sultan Ahmet Camisi’nin önündeki sırtlarda 400.000 metrekare bir alanı kapsıyormuş. Büyük Konstantin’in (Konstantinos) bunu İspalato’daki (Spalato) imparator sarayı şeklinde yaptırmış olduğu sanılıyor. 532 yılındaki büyük ayaklanmadan yanmış oldğndan, Jüstinyen (İustinianos) tarafından Ayasofya ile aynı zamanda yeniden yaptırılmış olduğunu, Mösyö Perokop (Prokopios) «de Aedificis» isimli eserinde anlatıyor.
Teofil (Theophilos), Makedonyalı Vasil (Basileios) gibi hükümdarlar tarafından büyük çapta eklenti ve yapılarla büyütülmüş olan bu saraydaki süslemeleri ve zenginliği, bütün yazarlar çok övmektedirler.
Mösyö Labart (Labarte) birçok tarihsel eser ve özellikle İmparator Konstantin Porfiroyenet’in (Konstantinos Porphyrogennetos) «Merasim» Céremonies adındaki, saray resmikabul ve ziyaretlerini kanıtlarıyla antaran eserinde, bu sarayın çeşitli kısımlarını ve bu kısımların yerleri ve drumlarını saptamaya çalışmıştır. «Büyük Saray» adıyla çok mükemmel bir eser yazmıştır.
Mösyö Labart (Labarte) eserinde diyor ki: «Bu sarayın şekli hakkında Rusya’daki Kremlin sarayı bir fikir verebilir. Yedi adet koridor, üç avlu, dört kilise, dokuz küçük kilise, dokuz vaftiz yeri, üç büyük daire beş büyük salon, üç büyük yemek odası, şehzadelere özgü on adet daire, yedi özel deire, sarayın çeşitli dairelerini birbirine bağlayan üç yolu, bir kütüphane, bir silahhane teraslar, bir manej (104), iki hamam, bahçe içinde ayrı ayrı sekiz saray.»
(104) Manej: At terbiyesi. Atların terbiye edilmesi için binildiği yer. Atların gösteri yaptığı yer.
Şu açıklamaya göre sarayın büyüklüğü göz önüne getirilebilir. Bu daireler o şekilde yapılmışlardı ki imparator dışarıya çıkmadan, gerek dini törenlerde ve gerekse resmikabullerde ve üstelik hipodrom oyunlarında bile hazır bulunabiliyordu. Hipodromdaki Katizma (Kathizma) denilen imporotor mahfilinden saraya bir yol vardı [105]. Sarayın içindeki dairelerin ve odaların duvarları dini veya normal hayata ait resimleri içeren mozayiklerle süslenilmişti. Her odanın süslemesi o odanın ait olduğu özelliklere göreydi.
[105] Chroniques de Pasch. P. 528.
Sarayın ön yüzü ise günümüzdeki büyük yapılarda oldğ gibi büyük olmayıp, birçok küçük kısımların biraraya gelmesinden oluşmuştu.
Mösyö Labart’a (Labarte) göre hipodrom ve büyük sarayın plânı.
Bu daireler aşağıdaki isimleri ile biliniyordu. «Trikliniyum (Tricilinium)» (yemek ve ziyafet dairesi). «Kubikulum (Cubiculum)», «Koyton (Coiton)» (yatak dairesi), «Diyavatika (Diabatica)» (çeşitli daireler arasındaki hizmetkârlar), «Piyale (Phiale)» (ortası havuzlu meydan) ve diğerleri…
Saray başlıca üç ayrı kısımdan oluşuyordu. Halke, Defne (Daphné) ve Pale sakre (Palais sacré) yani iç saray veya şerefli saray. Halke kısmı da birçok yapılardan ibaret olup, bu kısma Ayasofya meydanındaki, günümüzdeki Ayasofya hamamının bulunduğu yerdeki, büyük demir bir kapıdan girilirdi. Bu kapıdan bir koridora girilirdi ki bu koridorun üzeri tunç levhalarla örtülmüştü. Bu koridorun şekli yarım daire olup yarım kubbe ile örtülmüş ve kare şeklindeki bir yapının girişi karşısında bulunurdu. «Halke» kısmında saray muhafızlarına özgü üç koğuş, numera (noumera) denilen odalar, kortin’ler (courtine), soler’ler (scolair) ve hizmetlilere özgü odalar sıra ile bulunurdu. Bunlardan sonra bir mahkeme odası gelirdi. Sonra bir kabul odası, bir ziyafet odası ve bunlardan sonra dini yapılar ve ibadethâneler gelirdi. (Aya Apostoli kilisesi). Büyük Konsisto’lar (Consistoire) odası (Ruhban meclisi odası)’na süslenmiş ve fildişi ile bezenmiş üç kapıdan girilirdi. Odanın sonunda yüksek bir duvar üstünde imparatorun tahtı bulunurdu. Halke ile defne (Daphné) kısımları arasında tıriklinyum (triclinium) denilen ve eski Romalılar’a ait olduğundan yatak şeklinde kerevetleri içeren ve «on dokuz yataklı» denilen yemek odası vardı ki burada resmî ziyâfetler verilirdi. Bu dairenin önünde bir avlu olup önünde sütunlarla bezenmiş bir revak vardı. Yemek odası, biri misafirlere, diğeri imparatora ait olmak üzere iki kısma ayrılmıştı. Her iki kısım da ışığı yukarı taraftan alırdı. Birinci kısım 300 davetliyi karşılayabilecek boyutta olup resmi ve dini günlerde verilen ziyafetlerde herkez kıdemine göre kerevetlere uzanarak yemek yerlerdi. İmparator Otto’nun elçisi olarak 948 yılında İstanbul’a gelen «Karaman (Crémone)» «ivek (évèque)»’i «Levitprand (Luitprand)» bu yerde bir ziyafette bulunarak gördüklerini anlatmıştır. Bu kişi diyor ki: «Yemeğı yarım uzanmış ve hemen yatmış bir halde yiyordu. Yemek kapları hep altındandı. Yemekler o kadar büyük altın kaplar içinde veriliyordu ki, bunların ağırlıklarından elde taşınmak mümkün olmadığından, küçük el arabaları üstünde gezdililir ve tavana bağlı makaralarla kaldırılırdı. Araba kırmızı ve kıymetli kumaşlarla süslenmişti. Kapları kaldıran ipler üstüne yaldızlı deriler sarılmıştı. Kapların iki tarafındaki kulplarına halkalarla geçilmiş olan bu ipleri hademeler çekerek kaldırıyorlardı.»
Sarayın «defne (daphné)» denilen kısmı, üstü örtülü bir koridor ile başlıyor ve bunun başlangıcında kemerli bir vardı ve sekiz köşeli bir yapıya geçilirdi. Sarayın bu bölümü birçok dini yapılar ile resmi toplantılara ait daireleri içermekteydi. Yapıların üstünden geçen direkli ve üstü kaplı bir yol ile hipodromun imparator dairesine geçilir ve oradan da Katizma (Kathisma) denilen imparator locasına kadar gidilirdi. Hipodromun bu kısmında imparator giysilerini değişdirir ve resmi gişysilerini giyerek locasına giderdi. Oyunların arasında dinlenmek ve devlet adamlarını kabul etmesi için odalar bile vardı.
Saraya gelen kibar kişiler ve devlet adamları sedyelerle gelir ve sedyeleri kapı yanındaki özel bölümlere bırakılırdı.
«Plaskera (Palais sacré)» denilen sarayın iç kısmı ise Sigma, Terikonok (Triconque) ve diğer isimleriyle tanınması burasının Rumca’da «sigma» denilen harfe benzer bir şekilde bulunmasındandır. Saray görevlileri imparatoru orada beklerlerdi. Burada büyük bir meydan vardı ve ortasında kenarları gümüşlü bir havuz ve bu havuzun ortasında da kabuk şeklinde altından bir tekne bulunur, içine yemiş doldurulur ve gelen geçenler oradan alarak yerlerdi. Bu meydandan sonra on beş sütun ile bezenmiş bir gölgeliğe geçilir ve oradan da dört mermer sütun üstünde bir kubbe ile kapatılmış bir yerde imparatorun tahtı bulunurdu. Resmi günlerde imparator buraya otururdu ve saray görevlilerini burada kabul ederdi. Gene bu kısımda, dokuzncu yüzyılda Teofil (Theophilos) tarafından yaptırılmış iki katlı bir saray varmış ki, bu saray Bağdad kasırlarını taklit edilerek yapılmıştı. Saray içerisinin önemli bölümlerinden birisi de «Hrisoteriklinyum (Chrysotriclinium)» denilen bölümdür. İmparator ikinci Jüstinyen (İustinianos) tarafından yapılmış ve kendisinden sonra gelen Tiber (Tiberius) tarafından genişletilerek süslenmiş olan bu bölüm, Saray Törenlerine ait kitapların hemen her sayfasında tekrar eder. Burası sekiz köşeli bir yapı olup üstünde bir kubbeve kubbenin çevresinde de analtı penceresi varmış. Sekiz köşenin her birinde birer mihrap hücresi bulunur ve bunlardan birbirlerine geçilirmiş. Kapının karşısına gelen kısımdaki hücre gümüş kaplı iki kapı ile ayrılmış ve birinin üzerinde Hazret-i İsa’nın, diğeri üzerinde de Hazret-i Meryem’in resimleri varmış. Resmikabullerde bu kapılar önce kapalı olup ziyaretciler salona girdikten sonra sessizlik oluşunca kapılar açılur ve mihrap kısmının sonnda yüksek bir yerde imparator oturmuş olarak ve değerli taşlarla süslenmiş kırmızı paltoyu giymiş olduğu halde görülürmüş. Başı hizasında Hazret-i Musa’nın resmi bulunurmuş. Ziyaretçilerin tümü imparatorun önünde eğilirlerdi. Bizanslılar törenlere çok fazla önem verdiklerinden resmikabuller, saraya ait evlenmeler, taç giyme törenleri hep bu salonda yapılır ve çok büyük ve şatafatlı kabul törenleri yapılırdı.
Bu törenlerin çoğ İran hükümdarlarının kabl törenlerinden alınmıştı. Mösyö «Galet (Gayet)»eserinde diyor ki: Taht salonu (tebrikleşme salonu) sarayın avlusuna bitişikti ve oradan doğruca bu salona girilirdi. İmparator büyük bir perdenin arkasında bulunurdu. Ziyaretçilere kendisini göstereceği zaman, yüksekte bulunan tantına oturarak çevresine imparator ailesinden olanları, vezirleri ve saray görevlilerini alırdı. Sonra, verilen bir işaret üzerine hemen perde açılır ve imparator tahtı üzerinde görünürdü.
Bu salonun arkasında imparatorun özel daireleri vardı. Bunların bir kısmı yazlık ve bir kısmı kışlıktı. Konstantin Porfiroyenet (Konstantinos Porphyrogennetos), bu yapıdan «Kenorgiyon (Kenorgion)» denilen ve birinci Vasil (Basileos) tarafından yaptırılan daireyi anlatırken diyor ki: «Bu yapı üzüm yaprakları ve hayvan resimleriyle bezenmiş on altı sütunu içerir. Bu sütunlardan ikincisi burmalı şekildedir. Sütunlardan kubbeye kadar olan divar altın zemin üstüne yepılmış mozayiklerle süslüdür. Bu mozayiklerin resimlerinden biri birinci Vasil’i (Basileos) gösterir. Vasil (Basileos) savaşçılarla birlikte olduğu durumda, elde edilen şehirlerin anahtarlarının kendisine teslim etdiklerini gösterir.»
Kubbenin başladığı yerde dairesel olarak çevrelenmiş bir şerefe vardır. Orta yerinde bir avize asılıdır. İmparator Teofil’in (Theophilos) yazlık dairesi bir zemin katı ile bir yatak odası ve bir salonu içeren birinci kattan ibaretmiş. O devrin yazarlarından biri İmparatora özgü bir yatak odasını şu şekilde anlatıyor: «Zemin, mozayik döşelidir. Bu mozayik orta yerde mermer bir daire içinde bir tavus kuşnu gösterir. Bu dairenin dışında büyük bir daire daha vardır ki arası merkezinden giden yarım çemberlerle süslenmiştir. Daireden dışarıda şehri benzeyen işlenmiş yeşil mermerler kaplıdır. Her köşede mozayikden kartal resimleri vardır. Böylece yapının duvarları da çeşitli renklerde cam levhalarla bezenmiştir. Buradan yukarısı mozayik olup araları yaldızlı geniş bir bant ile çevrelenmiştir. Tavandaki mosayikler imparator Vasil (Basileios) ve eşi Evdoksiya’yı (Eudokia) gösterir. Her ikisi de resmi elbiseleriyle taht üstüne oturmuş durumda resimlendirilmişlerdir. Diğer duvarlarda çocukları ve ellerinde kutsal kitap vardır. Kubbenin ortasında bir haç resimlendirilmiştir. İmparator ailesinin bunun etrafında dua eder drumda başka resimleri de vardır.»
İşte bu anlatımdan da anlaşılacağı gibi bu saray hakkında Bizans yazarları birçok yazılar yazmışlardır. Fakat sarayın gerçek biçimi hakkında tem bir fikir edinmek biraz zordur. Mösyö Labart (Labarte) tarih kitaplarından bilgi alarak ve günümüzde varlığı bulunan bazı yapıların yerlerine dayanarak hayal niteliğinde bir plân oluşturmştur. Bunun ne derece doğru olduğu incelemeye değerdir. Daha sonra ve bu arada Fransa Eğitim Bakanı tarafından görevli olarak gönderilen Mösyö «Ebersolt» ve mâmar Mösyö «Adolf Tiyer (Adolphe Thiers)» büyük sarayın şekli hakkında, yerinde incelemede bulunarak Mösyö Labart’ın (Labarte) incelemelerini tamamlama ve düzeltmeye çalışmışlar ve büyük saraya ait önemli bir eser yayınlamışlardır. [106]
(106) Jean Ebersolt : Le Grand Palais. 1910. Paris.
Kitabımızda gerek Labert (Laberte) ve gerekse Mösyü Tiyer (Thiers) tarafından yapılan plânları aktararak gösteriyoruz. Gerçekten’ ikisi de hayal ürünü olmakla beraber tarihteki anlatımlara uygun olarak genişliği ve derinliğinin incelenmesi soncnda yapılmış olduklarından gerçeğe oldukaça yakın bulunacakları şüphesizdir.
Bizans imparatorları tarafından yüzyıllarca kllanılan bu büyük saray on ikinci yüzyılda imparatorların –Manuel Komnenos tarafından genişletilip süslenen– Balat üstündeki Vlagerna (Blakhernae) ve Tekfur saraylarına taşınmalarını izleyerek terk edilmiş ise de büsbütün boşaltılmayıp on üçüncü yüzyılın başlarına doğru üçüncü Aleksi (Aleksios) tarafından kullanılıyordu. Daha sonraları yavaş yavaş harap olmuş ve on dördüncü yüzyılda, yani Türkler İstanbul’u fethetmeden önce bu saraydan eser kalmamıştı. Fetihten otuz yıl önce İstanbul’a gelen Floransalı meşhur Buondelmonte, bu sarayın yerinde birkaç taş parçasından başka bir şey bulamadığını söylüyor.
Sonradan mimar Mösyö «Tiyer (Thiers)» tarafından yapılan ve Mösyö «Ebersolt»’in kitabında bulunan büyük saray ve hipodromun plânı..
Piyer Cil (Pierre Gilles) ise hiçbir şeye rastlamadığını söylüyor. [107]
(107) Banduri – Topogr. Constantin. P.Gyllii, De Topogr. Cons. P.22.
Günümüzde hiçbir parçası bile kalmayan bu sarayın o zamanki görünümünü anlatmak çok zordur. Mösyö Ebersolet (Ebersolt) sonradan yayınladığı kitapta bu sarayın dış ve iç görünümü ile ilgili birçok açıklama yapıyorsa da burada o açıklamalara girmeye kitabımızda yeterli yer veremiyeceğimizden, yalnızca sarayın içindeki döşemelere ve iç görünümüne ait aşağıdaki bazı açıklamayı kısaca aktarmakla yetineceğiz:
«İmparator genellikle kendi özel dairesine çekilmiş olarak yaşardı. Bu daire de diğer resmi bölümler gibi süslü olarak döşenmişti. Mermerler, somakiler ve mozayikler başlıca duvar ve tavan süslemelerini oluşturuyordu ve öyle anlaşılıyor ki yataklar ve sandalyelerden başka hiçbir eşya yoktu. Değerli eşyalar her zaman dolaplar içinde bulunurdu. Odalara biraz oda görünümünü veren eşya ancak halılardı.»
Sarayın bazı kapıları çok güzel fildişi işlemeler ya da tunç kaplıydı. Bu kapılara günümüzdeki camilerde gördüğümüz gibi üzeri işlemeli büyük perdeler asılmıştı. Yataklar çok değerli ve işlemeli kumaşlarla örtülü olup yemek yerken yatmak için yatak şeklinde kerevetler de vardı. Bunlara bazı eski Yunan ve Roma eşyalarındaki üçayaklı tunç masalar ve oyma koltuklar eklenilirse büyük sarayın eşyası ve iç görünümü hakkında bir fikir yürütülebilir.
Büyük Saray kuzey-batı yönünde hipodromun duvarlarına kadar uzanıyordu. Kuzey tarafında Ayasofya Meydanı ile sınırlı olup şimdiki Ayasofya çeşmesinden aşağı doğr inen surların yerinde bulunan diğer bir sur ile denize kadar giderdi. Bu duvarların uzanmasından denize kadar inmek üzere Kortiyen (Cortyn) denilen kemerli yollar vardı. Saray, deniz tarafında bu surdan denize laştığı yerde Çatladı Kapı’ya kadar olan kısmı içeriyordu. Çatladı Kapı civarında kıyıda, trenlerin geçdiği yerde, günümüzde bir harabe görülmektedir. Bu harabenin önüne Bukoleon Limanı deniyordu ki, burası sarayın limanıydı. Orada, kıyıya paralel giden surlara dik olarak iki çıkıntı vardır. İşte sarayın ilk sınırı birinci çıkıntının olduğu yere kadardı ve oradan hipodroma çıkardı. Daha sonra Jüstinyen (İustinianos) devrinde, gerek o taraf ve gerekse doğ tarafı büyütüldü ve yeni duvarlarla güçlendirildi. Bu genişletmeyle sarayın sınırları, batı yönünden Küçük Ayasofya’ya yakın olan ikinci çıkıntıya kadar büyütüldü ve daha önce sarayı dışında olup ta Jüstinyen’in (İustinianos) prensliği zamanında oturduğu Hormisdas Sarayı içeriye alındı.
____________________________________________________________________________________
Eski İstanbul (Bölüm 16) Eski İstanbul (Bölüm 15) Eski İstanbul (Bölüm 14)
Eski İstanbul (Bölüm 13) Eski İstanbul (Bölüm 12) Eski İstanbul (Bölüm 11)
Eski İstanbul (Bölüm 10) Eski İstanbul (Bölüm 9)
Eski İstanbul (Bölüm 8) Eski İstanbul (Bölüm 7) Eski İstanbul (Bölüm 6)
Eski İstanbul (Bölüm 5) Eski İstanbul (Bölüm 4) Eski İstanbul (Bölüm 3)
Eski İstarbul (Bölüm 2) Eski İstarbul (Bölüm 1) Nusretiye Camisi
İstanbul Namazgâhları-6 İstanbul Namazgâhları-5 İstanbul Namazgâhları-4
İstanbul Namazgâhları-3 İstanbul Namazgâhları-2 İstanbul Namazgâhları-1
Yeni Cami Hünkâr Kasrı Cami Alemleri Sadaka Taşları
Eb-ced Hesabı ve Tarih Düşürme Sıbyan Mektebleri
Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 3) Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 2)
Bu bölüm çeşitli tarihi konulara yer verilecektir. İlk olarak zaman içerisinde bütün İstanbul'daki tarihi eserlin tahrib olmasına sebep olan "İstanbul Depremleri" yazısı verilmiştir.
© 2011-2019 | H.Veysel Güleryüz