Türkçe’ye Çevirenin Önsözü
Yazar ve Eserleri
Sultan Ahmed Parkı ve Âsar-ı Atîkası
Sultan Ahmed Camisi
Sultan Ahmed Türbesi
Eski Eserler
Dikili Taş (Obelisk)
Kuzey-Batı yüzü üzerinde çizilmiş olan resimlerin içeriği
Güney-Batı yüzü üzerinde çizilmiş olan resimlerin içeriği
Güney yüzü üzerindeki resimlerin içeriği
Kuzey yüzü üzerindeki hiyeroglif yazının içeriği
Mari Sütunu (Yılanlı Sütun)
Karışık Sütun (Örme Dikilitaş)
Ziyaret Anısı (Alman Çeşmesi)
At Meydanı’nın Temeli
At Meydanı
Mekteb-i Sanayi (Sanat Okulu)
Binbirdirek
Çenberlitaş
Kız Taşı
Arkadiyus Sütunu
Sarnıçlar
Arkadiyus Sarnıcı
Yere Batan
Fukas Sarnıcı
Pentagrator Sarnıcı
Bonos Sarnıcı
İstanbul’un Surları
Deniz Duvarları
Kara Duvarları
Jüstinyen Sarayı’nın Temeli
Hipodomoni Yani Tekfur Sarayı
Kitabın yazarı olan askeri lise tarih ve coğrafya öğretmeni, Kolağası (Önyüzbaşı) Mehmed Raif, yaşadığı devrin İstanbul’unu adım adım dolaşarak ayrıntılarıyla incelemiştir. Bu incelemelerinin sonucunda “Mir’at-ı İstanbul” (İstanbul’un Aynası) adını verdiği bir eser yazarak, İstanbul’un, 1800’lü yılların sonundaki durumunu öğrenmemize yardımcı olmaya çalışmıştır. Yazar her semtteki eserleri ayrı ayrı anlatmakla beraber, kısa da olsa buraların coğrafi özellikleri ve halkının sosyal durumları ile ilgili bilgiler de vermiştir.
Ancak “Mir’ât-I İstanbul” un ilk cildi İstanbul’un sadece Anadolu yakası ile Rumeli yakasını içermektedir. İstanbul’un suriçi bölgesinin yer alacağı ikinci cildi, ilk birkaç fasikülü dışında basılamamıştır. Bu basılan fasiküllerde ise yalnızca İstanbul’un fethinin anlatıldığı ve Fatih Sultan Mehmet’e ait methiyeleri içerdiği bilinmektedir.
Bu nedenle Mehmed Raif’in ayrıca yazdığı ve “Matbba-yı Hayriye ve Şürekâsı” tarafından 1913 yılında “Âsâr-I Atîka Külliyâtı” içinde 1 ve 2 numaralı olarak yayınlanan “Topkapı Sarayı ve Parkının Tarihi” ve “Sultan Ahmet Parkı ve Âsâr-I Atîkası” isimlerindeki iki eser yayınlanamıyan ikinci cildin bir dereceye kadar yerini tutmaktadır. Bu iki küçük eser İstanbul’un suriçi bölümündeki eski eserlere ait kısa da olsa bilgi vermektedir.
“Sultan Ahmet Camisi ve Eski Eserleri” kitabında önce Sultan Ahmet Camisi hakkında bilgi verilmekte ve sonra At Meydanı adı verilen Sultan Ahmet Meydanı ve içerisindeki dikili taşlar anlatılmaktadır. Bundan sonra Alman çeşmesi anlıtmaktadır. Dana sonra İstanbul’daki diğer dikili taşlar gelmektedir. Bunlardan sonra İstanbul’daki sarnıçlar hakkında bilgi verilmektedir. Bunu izleyerek İstanbul’un surları ve surlardaki kapılar anlatılmaktadır. En son olarak Tekfur Sarayı hakkında bilgi verilmektedir.
Kitabımız, alışılagelmiş düzenin dışında, sayfa sayfa bir çalışma düzeninde hazırlanmıştır. Önce sol tarafta orijinal sayfa verilmekte ve hemen yan sayfasında iki bölüm halinde üstte okunuşu verilmekte ve onun altında ise metnin günümüz Türkçesine çevisi yer almaktadır.
Kitabın bu şekliyle gözönüne getirilmesinin okurların ilgisini çekeceğini düşünmekteyim.
H.Veysel Güleryüz
2019
Mehmed Râ’if İstanbul, Davutpaşa’da 1863 yılında doğmuştur. Babası, Yüzbaşı Mehmed Emin Efendi’dir ve 1877-1878 Türk-Rus Savaşı’nda şehid düşmüştür.
İlk Okul (İbtidâî) ve Orta Okulu (Rüşdiye) İstanbul’da okumuştur. Lise’de (İdâdî) okumak için Şam’a gitmiş ve mezun olduktan sonra İstanbul’a dönmüştür.
İstanbul’da Harb Okunu’nu (Mekteb-i Harbiye) bitirerek 1882’de piyade asteğmeni (mülâzım-ı sânîsi) olarak Üçüncü Kolordu’da göreve başlamıştır. 1885’te Halep Askerî Orta Okulu’nda (Rüşdiyesi) coğrafya öğretmenliği yapmıştır.
1888’de İstanbul’da Kuleli Askerî Lisesi’nde beden eğitimi öğretmenliği yapmış ve bu okulda yirmi yıldan fazla bir süre tarih, kitabet ve mantık dersleri vermiştir.
1896 yılında Türk-Yunan savaşının başlamasıyla orduda görev alan Mehmed Râif 1908 yılında Dördüncü Ordu Nizamiye Alayı bölük komutanlığında, 1909’da Muş’ta 16. Tugay (Liva) komutanlığında bulunmuştur. 1912’de Balkan Savaşı’na 91. Piyade Alayı komutanı olarak katılmış ve savaşın ardından sağlık durumu bozulduğundan emekliye ayrılmıştır.
Mehmed Râif Bey 54 yaşında iken 8 Şubat 1917 tarihinde vefat etmiş ve Yedikule dışındaki aile kabristanına defnedilmiştir.
Sağlığında kendisine yazdığı eserler ve görevlerindeki başarılarından dolayı Osmânî ve Mecîdî nişanlarıyla gümüş liyakat ve Yunan savaşı madalyaları verilmiştir.
Nakşibendî tarikatından olduğu rivayet edilen Mehmed Râif Arapça, Farsça ve Fransızca biliyordu. 1969 yılında vefat eden oğlu Hakkı Râif Ayyıldız da asker olarak yetişerek tuğgeneralliğe kadar yükselmiştir.
Eserleri:
Mirât-ı İstanbul
Topkapı Saray-ı Hümâyûnu ve Parkının Tarihi (1332)
Sultan Ahmed Parkı ve Âsar-ı Atîkası (1332)
Nükât-ı Edebiyye (İstanbul 1307)
Hâtırât-ı Eslâf (1310)
Kitabhâne-i Edeb (1313)
Mi’yârü’l-efkâr (1316)
Son ikisi Mehmed Emin ile beraber hazırlanmış olan Mehmed Râif Bey’in basılmış ilk eserleri edebî özellikte küçük kitaplardır.
Mehmed Cemil adında bir arkadaşı ile birlikte Fransızca’dan çevirmiş olduğu “Yüz Sene Yaşamak Çareleri” de 1332 yılında İstanbul’da basılmıştır.
Mehmed Râif’in aşağıda yer alan dört eseri ise basılmamıştır:
Heyâkil-i Kemâldi yahut Âbide-i İnsûniyyet
Feth-i Ce lîl-i Konstantiniyye
Ba’de’l-ieth Cevâmi-i Şerifeye Tahvil Olunan Kenâis
İstanbul’un Ahvâl-i Kadîme-i Temeddün ve Ümranı.
MİR’ÂT-I İSTANBUL
Mir’ât-ı İstanbul (İstanbul 1314). İki cilt olarak tasarlanmış fakat yalnızca Birinci cildi Boğaziçi ve Havalisi alt başlığı ile basılmış olmasına rağmen, ikinci cildi müsvedde olarak kalmıştır.
İkinci cilt, İstanbul’un tarihî yarımadasının anlatımı için ayrılmış ve buradaki eserlerin kitabeleri derlenmiştir. Baskısına 1327’de (1911) girişillen bu cildin kırk sekiz sayfa tutan üç fasikülü basılarak satışa çıkartılmış ve ancak eserin basımına devam edilememiştir.
Oğlu Hakkı Râif Paşa’nın bildirdiğine göre Mehmed Râif Bey şehri adım adım gezerek tarihî eserlerin kitâbelerini okumuş, kopyalarını çıkartarak ve üzerinde on yıl çalışmak İstanbul ile ilgili çeşitli kitaplar okuyarak, kitabı baskıya hazırlamıştır.
Mir’ât-ı İstanbul, İstanbul’un fethinden 1800’lere kadar olan tarihini, coğrafyasını, önemli eserlerini incelemekle beraber, bu semtlerde kabirleri olan tanınmış kişilerin da hayat hikâyesini vermektedir.
Kitabın içinde levhalar halinde resimler bulunmaktadır. Bunlar: Rumelihisarı, Boğaziçi’nde bir dalyan, Kâğıthane deresinde kayıklar, Haydarpaşa İskelesi, Haliç, Kurbağalıdere Tren Köprüsü, Üsküdar İskelesi, Fenerbahçe Burnu, Büyükada, Heybeliada Deniz Okulu’dur.
Öte yandan, Mir’ât-ı İstanbul kitabının müsveddesi, Râif Bey’in basılmamış diğer kitaplarıyla birlikte Türk Tarih Kurumu tarafından satın alınmış, kurum üyesi Cavit Baysun tarafından incelenmiş, ancak üzerinde biraz daha çalışılması gerektiği gerekçesiyle kuruma iade edilmiştir. Eserin her iki cildi Latin harflerine çevrilerek 1995 yılında basılmak üzere Kültür Bakanlığı’na teslim edilmişse de bugüne kadar yayımlanamamıştır.
(Not: Mehmed Râif’in hayatı ve eserleri ile ilgili olarak yukarıda anlatılan bilgiler, Mehmed Râif Bey’in oğlu Hakkı Râif Ayyıldız’ın notlardan faydalanılarak Prof.Dr.Semâvî Eyice tarafından hazırlanan bir makaleden alınmıştır.)
«At Meydanı»’nın büyük bir bölümünü kapsayan bu hayret edilecek derecede büyük cami, [1600] yılında «Sultan Birinci Ahmet Han» hazretleri tarafından yaptırılmıştır. Büyük ağaçlarla gölgelendirilen, çok geniş bir avlu ile çevrilidir. Dördü üçer ve ikisi ikişer şerefeli olmak üzere altı adet minare ile süslenmiştir ki toplam on altı şerefesinin, semaya doğru yüce Allah’a yükselmeye hazır bulunduğu görülür.
Caminin yapıldığı zamana kadar bütün İslam ülkelerinde altı minareye sahip ibadethane sadece Mekke-i Mükerreme’deki Kâ’betü’l-ulyâ’da bulunuyordu. Padişah hazretlerinin dini tebliğine karşı, din adamlarının Allah yolunda, şiddetle karşı çıkmaları nedeniyle, durumu kurtarmak için itiraz edemeyerek Kâbe'ye ek olarak bir minare daha yaptırmak zorunluluğunda kalınmıştır.
Padişah hazretlerinin dindarlık, gayret ve tevazu konularında gösterdiği üstün özelliklerinden biri de haftada bir gün kendisinin inşaat yerine gelerek işçiler ile birlikte çalışmasıdır. Allah’ın evinin yapımının karşılığında ne derece yüksek bir sevap alındığını ispatlamak için, melek yüzlü padişahın bu hareketi örnek olmuştur. Bu cömert huyuyla zamanında eşsiz olmuştur.
Cami, dışarıdan küçük pencereler ile donatılmış dört duvar üzerinde yükselen yarım küre şeklinde bir kubbeye sahiptir. Genel eksenleri yönünde de dört köşe üstüne yapılmış sekizgen kuleler vardır ve bunların üzerleri yarım kubbelerle örtülmüştür. Genel durumuyla çok hoş ve çekicidir.
Minarelerinin gövdesi yan yana düzgün olarak bölünmüş altı köşeli yüzeyler halinde olduğundan bakanların beğenisini çekmektedir. Minareler çiftler halinde caminin çevresini süsleyip güzelleştirmektedir. At Meydanı'na bakan iki minare ikişer şerefe ile donanmıştır. Bu şerefelerin altları [istalaktit] (*) tarzındaki kabartmalar ve kenarları da çok ince ve dikkatleri çeken oymalar ile süslenmiştir. Diğer iki çift minare aynı yöntem ve tarzda yapılmıştır.
(*) İstalaktit: Sarkıt. Mağaraların tavanında oluşan, genel olarak koni biçiminde kalker birikintisi, damlataş. Bu şekli andıran süsleme.
(**) Padişah hazretlerinin damadı Mehmet Paşa ve Esmâ Han Sultan ile Şehzâde İbrâhim Efendi hazretlerinin konaklarını satın alınarak oluşturulan büyük alanda hafriyat yapmakla görevli meşhur Mehmet Ağa aracılığıyla 1600 yılının 25 Ocak Cumartesi günü temel atma çalışmasına başlanılmıştır.
Kuzeye yönelik olan cephesinde batı mimari tarzında yapılmış gerçekten çok süslü bir kapıdan avluya girilmektedir. Bu avlu Mısır türünde granit taşından yapılmış sütunlar üzerinde yükselen kırk adet kubbe ile örtülü bir duvar ile çevrilmiştir. Avlunun ortasında altı sütün üzerine yapılmış altı oval kemer (**) (Sayfa 5) ile donanmış bir çeşme [şadırvan] çok hoş bir görünüm vermektedir. Avlu genel girişin önündedir. Doğu tarafında beyaz ve siyah mermerden yapılmış oval ve küçük bir mermer kapı, görenlerde şaşkınlık uyandırmaktadır. Bu kapı ile beraber birçok aptes muslukları da göze çarpar. Bu küçük kapıdan koridor şeklinde eğik bir yol başlar ki, Sultan hazretlerinin at ile caminin Sultan dairesine (Hünkâr mahfiline) kadar çıkmasını sağlar.
Cami, içeriden ne kadar basit ve sade ise de o derece yüksek maneviliğe ve ululuğa sahiptir. Duvarlarının içerisi yetmiş ikiye altmış dört metre olup kareye yakın bir görünümdedir. Büyük kubbe dört dayanak üzerine oturtulmuştur. Bu dayanaklar birden fazla sütunların birleştirilmesinden oluşturulmuş gurup halindeki bir düzende yapılmış ve yapımında ustalıklı bir beceri gösterilmiştir. Yükseklikleri [31] metredir. Yüksekliklerinin ortasından itibaren birer şirâze (*) ile sınırlandırılmış olup, bu şirâzeler üzerine celi (büyük) hat ile Kuran ayetleri yazılmıştır.
Başlıkları gene [istalaktit] tarzında yapılmıştır. Dört küçük yan kubbe, camiye başka bir hoşluk ve sevimlilik vermektedir. Dört köşesi basık gibi göründüğü halde caminin görünümünü hiç bozmamıştır. Bu köşelerden her biri, birer kule üzerine yerleştirilmiş küçük kubbeler ile bezenmiştir.
Yukarıda sözünü ettiğimiz dört büyük dayanaktan başka oval biçiminde olan, hoş ve dikkatleri çeken kemerleri tutan mermer ve granitten yapılmış direkler, görenlerde şaşkınlık uyandırmaktadır.
(*) Şirâze: Kitap ciltlerinin iki ucunda bulunan ve yaprakları düzenli tutan, ibrişimden örülmüş ince şerit.
İnsan, mimarının görenleri aciz bırakacak derecedeki gücünü ve ustalıklı becerisini takdir etmekten kendini alamaz. Oyma taştan yapılmış minber, Mekke'de bulunan minberle aynı biçimde yapılmıştır Tepesi yaldızlı bir başlık ile örtülmüş ve başlığın üstüne gene yaldızlı bir ay [alem] geçirilmiştir.
Mihrap, çok sert taşlarla kaplanmıştır. Yapım biçimi insanı hayran bırakmaktadır. Kâbe'de bulunan [Hacer-i esved]’den bir parçanın bu mihrapta yerleşik bulunduğu belgelere dayanılarak söylenmektedir. Mihrabın iki tarafında, içinde gemi şekline benzer büyük ve yüksek mum bulunan iki büyük şamdan vardır. Caminin renkleri gene çok sade ve fakat çok hoş ve ustalıklıdır. Bütün duvarları, Osmanlıların çini yapımında büyük bir sanat ve ustalık gösterdikleri zamanda yapılmış çini levhalar ile kaplanmıştır. Tezhipli ve çerçeveler içine alınmış olan değerli taşlar ve çiniden oluşan iki yüz adedi aşkın levha vardır ki üzerlerine gene peygamber hazretlerinin mübarek isimleri ile bazı Kuran ayetleri yazılmıştır. Kubbenin üst tarafına devekuşu yumurtalarıyla avize asılmıştır.
(*) Surre-i Hümâyûn: Hac münâsebetiyle haremeyn'e gönderilen para ve hediyeler. Hac zamanında İslâm Devletinin pâdişahı tarafından fakir ve muhtaçlara dağıtılması için Mekke ve Medineye her yıl gönderilen para ve diğer şeyler.
Sultan Ahmet Camisi, Müslümanlar için Ayasofya Camisi’nden sonra İstanbul’un tanınmış ve ünlü camilerinden biridir. Mübarek ayetler ile Mevlit okumaları ve Surre-i Hümâyûn’un (*) gönderilme ve yollanma günlerinde, burada görülen kalabalığın büyüklüğü ve görkemi anlatılmaya değerdir. Bununla beraber vakıfları yönünden de övülmeye değer bir durumdadır.Yıllık geliri iki yüz bin guruş (*) derecesindedir.
(*) Guruş: Osmanlı ülkesinde kullanılan yabancı para. 16. asır sonlarında kullanılan Osmanlı parası. Kuruş.
____________________________________________________________________________________
Eski İstanbul (Bölüm 28) SON Eski İstanbul (Bölüm 27)
Eski İstanbul (Bölüm 26) Eski İstanbul (Bölüm 26) Eski İstanbul (Bölüm 25)
Eski İstanbul (Bölüm 24) Eski İstanbul (Bölüm 23) Eski İstanbul (Bölüm 22) Eski İstanbul (Bölüm 21)
Eski İstanbul (Bölüm 20) Eski İstanbul (Bölüm 19) Eski İstanbul (Bölüm 18) Eski İstanbul (Bölüm 17)
Eski İstanbul (Bölüm 16) Eski İstanbul (Bölüm 15) Eski İstanbul (Bölüm 14)
Eski İstanbul (Bölüm 13) Eski İstanbul (Bölüm 12) Eski İstanbul (Bölüm 11)
Eski İstanbul (Bölüm 10) Eski İstanbul (Bölüm 9)
Eski İstanbul (Bölüm 8) Eski İstanbul (Bölüm 7) Eski İstanbul (Bölüm 6)
Eski İstanbul (Bölüm 5) Eski İstanbul (Bölüm 4) Eski İstanbul (Bölüm 3)
Eski İstarbul (Bölüm 2) Eski İstarbul (Bölüm 1) Nusretiye Camisi
İstanbul Namazgâhları-6 İstanbul Namazgâhları-5 İstanbul Namazgâhları-4
İstanbul Namazgâhları-3 İstanbul Namazgâhları-2 İstanbul Namazgâhları-1
Yeni Cami Hünkâr Kasrı Cami Alemleri Sadaka Taşları
Eb-ced Hesabı ve Tarih Düşürme Sıbyan Mektebleri
Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 3) Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 2)
Bu bölüm çeşitli tarihi konulara yer verilecektir. İlk olarak zaman içerisinde bütün İstanbul'daki tarihi eserlin tahrib olmasına sebep olan "İstanbul Depremleri" yazısı verilmiştir.
© 2011-2019 | H.Veysel Güleryüz