Eski İstanbul'da bir çiçekçi.
Çiçek, Türk şiirinde ayrıcalıklı bir yer tutar. Türklerin çiçeğe karşı gösterdikleri düşkünlük, Türk ruhunun asalet ve güzel huyunun en belirgin bir şahididir. Kumaşlarımızda, halılarımızda, çinilerimizde, tahta ve bakır işçiliklerimizde, çiçek, hemen hemen, en önemlisüsleme örneği olmuştur. En gösterişsizbir Türk evinin bahçesinde, birkaç çiçek, penceresinde üç, beş saksı bulunmuştur.
Kütüphanelerimizde Türk çiçekçiliğine aitdeğerli eserler vardır. Birkaçını şöylece gözden geçirelim:
Tabip Mehmed Aşkî'nin «Lâle İsimleri» adındaki eseri, 18. yüzyılda Lâle Devri'nin değerli bir belgesidir. El yazması bu eserde, sonradan eklenenlerle beraber 1350 lâle adı vardır. SadeceTabak Ata isminde bir lâle meraklısı 401 lâle üretmiştir. Devrin meşhur lâlecileri olarak başta Şeyhülislâm Velî Efendi olmak üzere, İzzet Ali Paşa, Said Mehmed Paşa, Şeyh Mehmed Lâlezârî, Kaptan Tanburî Paşa, Üsküdarlı Baltacızâde Mustafa Çelebi, Eyüplü Feyzullah Ağa, Lüleci Hacı Mustafa Çelebi, Beşiktaşlı İbrahim Ağa gibi 124 kişinin ismi kitapta yer almaktadır.
Mor renkli bir lale.
Lâleler, renklerine, nakışlarına, boylarına göre isim alırdı: Necm-i çemen (Çimen yıldızı), Mevc-i elmas (Elmas dalgası), Lâ'li muzâb (Erimiş yakut; erimiş dudak), Fevvâre-i nûr (Nur fıskıyesi), Dâmen-i dür (İnci eteği).
Sadrâzam Nevşehirli İbrahim Paşa'nın çuhadarı Taşovalı Mustafa Ağa'nın elde ettiği Mahbub-ı zaman (Devrin sevgilisi) adındaki lâlenin soğanı, tam 1000 altına satılmıştı.Bu, mor fitilli gül pembe beyaz bir lâle idi. Bu çok değerli çiçeğe benzeyen san fitilli gül-pembe beyaz bir lâleye de,Gül-i İrem (Cennet bahçesinin gülü) adı verilmişti. Daha sonralarıMahbub-ı zaman lâlesinin soğanı kaybolmuş, mor fitilli başka bir lâleye Mahbub-ı sânî (İkinci sevgili) adı konmuştu. Fakat 1776 yılında Tabak Ata taralından tekrar bulunmuş, bu kez de adına «Mahbub-ı Ata» (Ecdadın sevgilisi) denilmişti.
İki renkte lalelir.
Mehmed Aşkî'nin «Lâle İsimleri», tarih ve çiçek meraklıları kadar, ressamlarımızı da ilgisini çekecek değerli bir belgedir. Türk çiçekçiliğinin diğer değerli kaynaklarından biri, Ahmed Kâmil'in «Lâle Risâlesi»dir. Yazar eserini, I. Mahmud devrinde Mustafa Paşa’nınsadrazamlığındayazmıştır. Önce lâleyi tanımlar ve över. Sonra ünününnedenlerini anlatır:
«Hüdaî Aziz Mahmud Efendi'nin bir müridi lâle meraklısıdır. Bu müridin etkesiyle Mahmud Efendi de lâleye merak sarar. Sonunda bu merak bütün İstanbul halkına bulaşır. Böyleceİstanbul'da lâleyeilgi Lâle Devri'nden yüz yıl kadar önce başlamış olmaktadır. Gerçekten, 1730 ayaklanması, Sultan ÜçüncüAhmet’indevrildiği, Sâdâbâd kasırlarının yerle bir yıkıldığı hâlde, lâleyeilgisürmüştür.»
Sultan BirinciMahmud devrinde de lâle, seçkin bir çiçek olarak özenle yetiştirildi.
Yeni bir tür elde etmek, lâlelere yakışacakisim koymak, heyecanlı ve tatlı bir uğraşı oldu. Ahmed Kâmil'in risalesinde de, 558 lâle meraklısının adı vardır. Sadece lâle üzerinde durmayarak, genel olarak Türk çiçeklerinin isimlerinden söz eden diğer değerli belgeler arasında Rüşdîzâde Remzi ile Şehremini Camii hatibi Ubeydullah Efendi'nin çiçekçi tezkirelerini söylemek gerekir. Özellikle Ubeydullah Efendi'nin «Tezkere-i Şükûfeciyan (Çiçekçilik kitabı)»’ında, büyük Türk âlimi Kâtip Çelebî'nin de meşhur çiçekçilerinden biri olduğu gösterilmektedir.
1698 yılında kaleme alınmış bu eserden şu değerli satırları aynen alıyoruz:
«Hacı Halîfe - Küttâb zümresinden olup, bir katmer salkımlı mavi sünbülü vardır; 1074'te vefat etmiştir».
XVIII. asırda Türkiye'de saltanat sürmüş olan lâlenin vatanı olarak, bugün Hollanda gösteriliyor. Halbuki, Avrupalılar bu çiçeği, hâlâ eski bir Türk adıyla anmaktadır. Düz beyaz lâlelerden birinin adı «Dülbend lâle (Tülbet lâle)» idi; Avrupalılar, bu «dülbend» kelimesini kendi ağızlarına göre bozarak lâleye Tülib demişlerdir.
Çiçek, bir medeniyet, ruh yüksekliği ölçüsüdür.
Eski Türk çiçekçileri, özellikle tohumculuğa önem verirlerdi. Zerrin, sünbül ve lâle gibi soğanlı çiçeklerde dahi, yeni bulunan bir soğanı kaybetmemek ve üretmek endişesinin yanında, tohumdan yeni çeşitler elde etmek gayreti çok daha baskındı.
Lale Bayramında Emirgan'da yetiştirilen lalelen..
Eğitmen Memduh Cevdet, meşhur çiçekler, amatör çiçek meraklıları konusunda şunları yazıyor:
«Yüz üç yaşında vefat eden Müşir Fuad Paşa'dan ve doksan yaşına kadar yaşayan Balıkhane Nâzın Ali Rıza Bey merhumlardan öğrendiğime göre Hoca Husrev Paşa, Kıbrıslı Mehmed Paşa, Şeyhülislâm Ârif Hikmet Bey, Hıdîv ismail Paşa ve Prenses Zeyneb Hammefendi'nin bahçeleri yüzlerce, binlerce çiçeklerin sergisi imiş. Pek değerli çiçek mütehassısları dolgun maaşlar alarak bu bahçeleri tanzim ederlermiş».
İstanbul civarında sur dışında, Boğaziçi'nde, Üsküdar'da gayet büyük ve meşhur çiçek bahçeleri vardı. Bir kısım çiçekçiler işlerini bir çeşit üzerinde ihtisasa dökmüşlerdi, örneğin sadece gül veya sünbül, karanfil, fulya yetiştirirlerdi. Bahçeler de sahiplerinin isimleriyle beraber, örneğin«falanın gül bahçesi, karanfil bahçesi, fulya bahçesi, manolya bahçesi» diye anılırdı. Bu bahçeler, sahiplerini iki türlü gelir temin ederdi, bir yandan yetiştirilen nadide çiçekler, İstanbul ve Beyoğlu çiçek pazarlarına gönderilir, bir yandan da bahçeler gezintiye çıkan iistanbul halkına bir mesire olarak açık bulundurulurdu.
Münir Süleyman Çapanoğlu bize verdiği notlarda çiçekçiler üzerine şunları yazıyor:
«Cumhuriyet devrinden önce, bu yüzyılın başlarında, düğünlere çiçek, sepet ve buketleri, cenazelere çelenk götürmek, göndermek âdeti yok idi, ama Müslüman Türk toplum hayatında çiçeğin fevkalâde bir itibarı vardı; bahçesiz evlerde bile pencere içleri, balkonlar karanfil, gül, sardunya, küpe çiçeği, fesleğen saksıları ile bezenmiş olurdu. Sıbyan mekteplerinde çocuklar her sabah hocalarına bir küçük demet götürürlerdi; hasta dostlara gayet zarif çiçek şişeleri içinde bir güzel karanfil, zerrin gönderilerek hâl ve hatır sorulurdu. Toplum hayatında, günlük çiçek tüketimi hiç şüphesiz ki zamanımızda olduğu kadar yaygın değildi. Çiçekçi dükkânları sınırlı idi ve ancak mevsimlikticaret konusuydu. Köprünün Haydarpaşa-Kadıköy iskelesinde, Anadolu ve Rumeli yakası Boğaz iskelelerinde, bir de Eminönü'nde köprübaşında tahsildar kulübesinin arkasındaki sergi dükkâncıklarda satılırdı. Her semtte çiçek satıcılığı istisnasız tulumbacıların elinde idi. Dükkân sergi sermayesini semtin sandık reisi koyardı, Çıraktan satıcısı da muhakkak uçan bir yiğit delikanlı yahut bir külhanbeyidelikanlı olurdu. Patron gayet temiz giyinir ve dükkân önüne atılmış bir iskemlede oturur, sigarasını, kahvesini içerdi; geçerken uğramış hatırlı kimselere ikramlarda bulunurdu. Çığırtkan delikanlılar, oğlanlar ise muhakkak yalınayak dolaşırlardı; karaya çalan koyu güvez fes kaşlar üstüne düşmüş, şakaklar zülüflü, sağ kulak ardına muhakkak bir gül goncası veya karanfil iliştirilmiş, sırtında allı pullu basma mintan, belinde kırmızı Girit kuşağı, yelek düğmeleri muhakkak çözük, incik kemikleri görünür de, baldırlar görünmez.
Ticaret malı çiçek olduğuna göre, çığırtkanın da kaş ve göz düzgünlüğü ve el ayak tırnaklarının kesiminin güzelliğine, düzgünlüğüne dikkat edilirdi ve her dükkân-serginin uygun bir yerine çiçek üzerine bir levha bulundurmak da âdet gibiydi, örneğin:
Ehl-i bezme çektirir zerrin kadehlerintizâr
Cur'a-i meyden midir sâkıy bu reng-îlâlezâr!
Ol gonca-i ser-mest sabah olsunuyansın
Âyîne-i mül gül yüzünü görsünutansın!
Anlamı:
Eğlence meclisinde altın kadehler ümit ettirir
Bir yudum içkiden midir sâki, bu renkli Lale bahçesi!
O konca ile başı dönen sabah olsun uyansın
Şarap aynasında gül yüzünü görsün utansın!
Sultan İkinciAbdülhamid devri sonları ile Meşrutiyet devrinde İstanbul'un şık beyleri, gençleri, yaz ve kış, yıl boyunca her gün yakalarına bir çiçek takarlardı. Daha eskiler, Tanzimat'tan önceki devrin erkekleri ise çiçeği yakaya değil, başa takarlar, şapkanıntürü her ne ise üstüne sarılmış tülbendin bir kıvrımına iliştirirlerdi. Dal külah, dal fes olanlar da baş çiçeklerinin sapını külah veya fesin kenarından içeri sokarlar, çiçeği oradan şakaklarına sarkıtırlardı.
Üsküdar'da Karacaahmet mezarlığı civarında çok eski ve meşhur bir kahvehane idi. Tıbbiye caddesiyle Haydarpaşa tarafından gelindiğinde, Üsküdar'ın başladığı yerde olan Duvardibi’nde, Sultan Üçüncü Selim çeşmesinin hemen karşısında, bir bahçe içinde toprak üstü tek katlı ahşap bina idi. Önünde, bahçesi içinde bir namazgah taşı vardı.
Günümüzde mevcudu bulunmayan Çiçekçi Kahvesi'nin bir resmi.
Şehirde kıyafet değiştirerek sık sık dolaşan ve kendisini Topkapılı Osman Ağa diye tanıtarak halkın dertlerini dinleyen Sultan Üçüncü Osman, Üsküdar'a geçtiği zamanlar hemen daima bu kahvehaneye uğrardı. Bu yüzyılda da en seçkin müşterisi ressam Hoca Ali Rıza Bey olmuştu; üstadın bu kahvehanede otururken çizdiği iki, üç desen vardır.Genellikleİstanbul'da dolaşırken çizdiği krokiler üzerinde de, burada oturur çalışırdı.
Üsküdarlı halk şâiri Vâsıf Hiç’in bir anısı aşağıdadır:«Bu kahvehanenin hemen bütün müşterileri, üdebâ, zürefâ, ilim, sanat ve marifet erbabı idi. Nice beyler, paşalar, olgun dolgün kalem efendileri bu kahvehaneye çıkarlardı, içlerinde mütekaidin, hattâ gecelik entarileri üstüne bir ceket, sako, palto alıp gelirlerdi. Dedikodu yapılmaz, edîbâne, hakimane, rindâne sohbet ve muhabbetle vakit geçirilirdi.
Bazan Cemil Bey pehlivan ve Esvabcıbaşının Alâeddin Bey gibi azılı kabadayılar da gelirdi, fakat edepleriyle otururlar, oranın vakarlı havasını asla bozmazlardı»
Çiçekçi Kahvesi'nin bulunduğu yerdeki Ayşe Hanım Namazgâhı.
1767 yılında Silahşör Ahmet Bey tarafından vakfedilen Ayşe Hanım Namazgahında kurulmuş bir namaz çadırı. Çiçekçiler Kahvesi fotografın sağındaki apartmanın yerinde bulunuyordu.
Aşağıdaki satırları Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver'in 1962 yılında Türk Etnografya dergisinin 5 numaralı sayısında yayınlınmış olan«Türkiye'de Kahve, Kahvehaneler» başlıklı makalesinden alıyoruz:
«Tunusbağı'ndan Karacaahmed'i sola alarak Duvardibi'nde Pertev Paşa Camiine (Selimiye dergâhına) gelirken, (Du-vardibi'ne Üsküdar tarafından gelindiğine göre) İhsaniye'de namazgâh'a sapan yol başında ve Üçüncü Selîm tuğralı çeşmenin karşısına rastlar.
Bir katlı ve kırmızıya boyalı, bahçe içinde bir binadır. Hâlen kapalıdır. Kiralık ev gibi kullanılmaktadır. Sahibine hacı derlerdi. O da Çiçekçi Aziz'den tutmuştu. Bundan 45 sene evvel açıktı. Yazın bahçesinde oturmak mûtad idi. Vaktiyle yeri bir namazgah imiş ve mihrabı, taşı ve abdest musluğu için tulumbalı kuyu vardı ki, ben hatırlarım.»
Ayşe Hatun Namazgâhının bulunduğu Çiçekçi Kahvesi, Üsküdar'ın en önemli uğrak yerlerinden biriydi. Üsküdar'ın âlim, sanatkâr ve şairleri buraya gelir, onlarla olmak, onları dinlemek isleyen ahali de kahveyi doldurur taşırırdı..
İstanbul'un ayakta kalmaya çalışan tarihi eserler arasında yer alan bu namazgâh, birçok kez yer değiştirmesine rağmen günümüze kadar gelebilmiştir. Çiçekçi Kahvesi'nin ortadan kaldırılmasıyla Nur Çeşmesi ve buna su sağlayan kuyu da tahrip edilmiştir. Kıble taşı da değişik tarihlerde değişik yerlere konulmuştur. Bir ara Çiçekçi Camii restore edilirken bu alana bir çadır kurulmuş ve vakit namazları bu çadırda kılınmıştır.
Çiçekçi Kahvesi'nin karşı köşesindeki Sultan Üçüncü Selim Çeşmesi..
____________________________________________________________________________________
Çayın Tarihi ve Çay Türkiye'ye Nasıl ve Ne Zaman Geldi?
Tütün ve Enfiye İstanbul'a Ne Zaman Geldi? Eski İstanbul'da Kahveler
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 13)
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 12)
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 11)
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 10)
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 9)
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 8)
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 7)
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 6)
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 5)
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 4)
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 3)
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 2)
Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 1)
Eski İstanbul (Bölüm 28) SON Eski İstanbul (Bölüm 27)
Eski İstanbul (Bölüm 26) Eski İstanbul (Bölüm 26) Eski İstanbul (Bölüm 25)
Eski İstanbul (Bölüm 24) Eski İstanbul (Bölüm 23) Eski İstanbul (Bölüm 22) Eski İstanbul (Bölüm 21)
Eski İstanbul (Bölüm 20) Eski İstanbul (Bölüm 19) Eski İstanbul (Bölüm 18) Eski İstanbul (Bölüm 17)
Eski İstanbul (Bölüm 16) Eski İstanbul (Bölüm 15) Eski İstanbul (Bölüm 14)
Eski İstanbul (Bölüm 13) Eski İstanbul (Bölüm 12) Eski İstanbul (Bölüm 11)
Eski İstanbul (Bölüm 10) Eski İstanbul (Bölüm 9)
Eski İstanbul (Bölüm 8) Eski İstanbul (Bölüm 7) Eski İstanbul (Bölüm 6)
Eski İstanbul (Bölüm 5) Eski İstanbul (Bölüm 4) Eski İstanbul (Bölüm 3)
Eski İstarbul (Bölüm 2) Eski İstarbul (Bölüm 1) Nusretiye Camisi
İstanbul Namazgâhları-6 İstanbul Namazgâhları-5 İstanbul Namazgâhları-4
İstanbul Namazgâhları-3 İstanbul Namazgâhları-2 İstanbul Namazgâhları-1
Yeni Cami Hünkâr Kasrı Cami Alemleri Sadaka Taşları
Eb-ced Hesabı ve Tarih Düşürme Sıbyan Mektebleri
Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 3) Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 2)
Bu bölüm çeşitli tarihi konulara yer verilecektir. İlk olarak zaman içerisinde bütün İstanbul'daki tarihi eserlin tahrib olmasına sebep olan "İstanbul Depremleri" yazısı verilmiştir.
© 2011-2019 | H.Veysel Güleryüz