Eski Istanbul Kirmizi.jpg

Kahveihane-1.jpg

1700'lerde bir kahve.

Tütün ve Enfiye İstanbul'a Ne Zaman Geldi?

İstanbul'da tekel oluşturulduğu 1871 tarihine kadar tütüncü dükkânlarında, tütünler terazi ile tartılıp, açık olarak satılmakta ve herkes içeceği tütünü kontrol ettikten sonra satın alırdı. Bu nedenle tütüncüler gerek zenginler için ve gerekse halkın Ramazanlık tütünlerini çeşit çeşit kıyıp, hazırlardı. Tütünün İstanbul'a getirilmesi 1687 tarihindedir. Önceden ilâç için getirilmiş ve 1735 yılına doğru kullanılması yaygınlaşmıştır. Tiryakiler, Ramazanda kendilerine özgü tütünleri satın almakta çok titiz davranırlardı.

Kahveihane-3.jpg

Eski devirde bir kahvehane..


Eskiden (Berş) adı verilen bir tür keyif verici macun kullanan tiryakiler varmış. Bu macunu bulan tanınmış tabip Yusuf Sinan Rahiki adında birisi olup, önceleri Mahmutpaşa civarında bir dükkân açarak, yaptığı macunlan bu dükkânda satmaya başlamıştır. Kendisi de buna benzer keyif verici maddelerin alışkanlığı olduğu için macununa (Rahikî) adı verilmişti. Yusuf Sinan’ın 1546 yılında öldüğü ve Beşiktaş'ta Yahya Efendi dergâhı bahçesine gömüldüğü, Hadîkat’ül Cevâmî’de yazılıdır.

Kahveihane-4.jpg

Eski devirde İstanbulda bir ekabir kahvesi.


1656 yılında ölen (Esami-i kutup ve Fezleke-i Cihannüma) kitaplarının yazarı olan ve Kâtip Çelebi takma adıyla bilinen Mustafa Efendi (Mizan-ül Hak) isimli kitabında tütün konusunda, Dördüncü Murad’ın yasaklaması nedeniyle, “... halk tütün yapraklarını ufalayarak, burunlarına çeker oldular.” diye yazdığına bakılırsa, o devirde İstanbul'da enfiyenin bilinmediği anlaşılmaktadır. Ancak enfiyenin İstanbul'da 1640 tarihinde kullanılmaya başlanıldığı bazı kaynaklarda verilmektedir. Dördüncü Murad zamanında da bir dereceye kadar enfiyenin bilindiği anlaşmaktadır. Enfiyeyi önce bir Yahudi, Galata'da Kurşunlu Mahzen civarında bir dükkân açarak, (Burun otu) adı ile satmaya başlamış ve Bulgaristan'dan da çam yaprağından bir tür enfiye yapılarak (Purunt) adı ile satmışytır. Öte yandan, Araplar enfiyeye burun otundan türeyen (Burunot) demektedirler. Bizde her nedense bu isim unutulup, bunun yerine enfiye denilmiştir.

Tiryaki-1.jpg

Bir tiryaki. Soldan sağa, Soytarıbaşı, bektaşi babası, soytarı, delibaşı.


Kanunî bütün bu gibi keyif verici şeylerden kaçındığından, İstanbul meyhanelerinin hepsini kapamıştır. Bunun üzerine devrin şairlerinden birisi:
“Bir sayha erip vücud-u humarın alâmeti,
Çökmüştü başıma cümle cihanın kasaveti,
Aklım başımda yoktu mahmur idim kati,
Bir nida erişti, dedi gör bu musibeti,
Humlar şikeste cam tehi, yok vücudu mey,
Kıldın esir-i kahve bizi hey zemane hey!”
beyitini söylemiştir.
Anlamı ise şöyledir:
“Bir çığlıkla gelir başağrısının işareti,
Çökmüştü başıma bütün dünyanın kasveti,
Aklım başımda yoktu sersemlemiştim kesinlikle,
Bir ses duydum, dedi gör bu belayı,
Şarap testileri kırılmış, kadehler boş, içki ortada yok,
Bizi kahvenin esiri yaptın hey zaman hey!”

Tiryaki-2.jpg

Nargile içen bir tiryaki. Soldan sağa; Kızlarağası, cüce, Akağa..

TİRYAKİ KAHVELERİ VE TİRYAKİLER

Tiryaki çarşısındaki kahvehanelere gelince; vaktiyle bu çarşıda bilgili ve kültürlü kibar ve zarif kişiler için düzgün kahvehaneler vardı. Terbiye ve güzelliklen anlamayan görgü kurallarını bilmeyen bir takım kimseler bu gibi topluluklardan zevk alamadıkları için onların kahvehaneleri de ayrı idi. Kibar kahvelerinde satranç, dama ve benzeri oyun meraklıları da bulunurdu. Devrin, kültürlü bu gibi oyun meraklıları İstanbul'un her tarafından özellikle bu kahvelere gelirlerdi.
Tiryakilerin kahvehaneleri de ayrı idi. Bunlar boyları büyüklüğündeki bastonları ellerinde olarak gezen iki büklüm bir takım ihtiyarlardı. Bu adamlar hareketsizliğe mahkûm ve müzmin bronşite tutulmuş olduklarından kullandıkları çubukların lülesinden bulut tabakası oluşur, kulakları tırmalayan nargile fokurtusu, öksürük ve göğüs hırıtısının ardı arası kesilmezdi. Hele oturdukları sedirin önündeki öbek öbek tükürük ezintisinden tiksinip iğrenmemek kabil olmazdı. Eskiden beri sedirlerin üzerine ya Mısır hasırı veya kar keçesi çivilenirdi. Öte yandan kibar kahvehanelerinde sedirli minderler, yastıklar da bulunurdu.
Tiryaki kahvelerinde yoğurt çanağına yakın büyüklükte kahve fincanları ocağın etrafında dizilir çubuklar, nargileler köşeleri doldururdu.
Kahvehanelerin hepsinde (gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül ahbap ister kahve bahane) veya (Ehli keyfin keyfini kim tazeler? Taze elden taze pişmiş taze kahve tazeler.) gibi yazılı levhalar vardı.
Kabadayı kahvelerine levha yerine resimler asılmıştı. Bu resimler Hazreti Ali'nin Zülfikar (Hz.Peygamber'in Hz.Ali'ye hediye ettiği çatal ağızlı kılıç) ile İfrit’i (Doğu masal ve efsanelerinde, kötü ve korkunç cin) öldürüşünü, Veysel karani Hazretlerinin Yemen illerinde deve güttüğünün ve Hacı Bektaşi Velî'nin duvarı yürüttüğünün, Karaca Ahmet Sultan’ın yılandan dizginli Aslana binerek, yılandan kamçı ile «ah! minetaşk» ibaresinde (Osmanlıca topak h) harfi göz farz edilip bundan çıkan gözyaşlarının dere haline geldiğinin resimleri idi. Bunlar gayet kaba saba boyalarla boyanmış şeylerdi.
Tiryaki huylu kimseler kahve, tütün, tömbeki ile enfiyeyi hafif keyif verici maddelerden sayarlardı. Enfiye kulanmayı alışkanlık haline getirenlerin çoğunluğu bilim adamları, şeyhler, mülkiyeliler (Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi veya bu fakülteyi bitirmiş kişi) ve tanınmış yazarlar ile bu gibi ağır başlı kimselerdi. Bunlar arasında enfiyenin cinsi ve nefisliği hakkında uzun uzun konuşmalar yapılır ve örneğin Fransa'nın Rende enfiyesi ile Hollanda enfiyesinin birbirine karıştırılmasından ve nemini korumak için Çiçek veya Deniz suyu ile terbiye edilmesinden sözedilirdi. Enfiye tiryakileri sokaktaki karşılaşmalarında bile birbirlerine hemen enfiye kutularını uzatırlar ve buna da «kaldırım ziyafeti» derlerdi.
Eski sadrıâzam Tunuslu Hayrettin Paşa, Hint enfiyesi kullanırmış, kendisinin sadrazamlığı zamanında buyük devlet adamlarından bazıları da bu tür enfiyeyi tercih etmeğe başlamışlardı.
Enfiye kullananlar genellikle Ramazanlarda tiryaki olurlar ve nefes almada bile güçlük çekerlerdi.
Bir makalede rastladığım bir hikayeyi aşağıda aktarıyorukm: «……Eski Babı-Âli mensuplarından enfiye tiryakisi olun bir kişi ile iftarda birlikte bulunuyorduk. Bu zat gündüzden itina ile terbiye ederek kılıfına koyduğu taze enfiyesinden iftar vakti bir tutam enfiye aldı. iftar topunu bekliyordu. Top atılmasiyle birlikte burnu için hazırladığı o bir tutam enfiyeyi acele ile ağzına atıverdi. Zavallı adam sofradan kalktı, kustu ve bir hayli sıkıntı çektiydi….»
Eskiden Benefşe (Menekşe), Kani Bey enfiyesi isimleri ile yerli enfiyeler de yapılırdı. İstanbul tütün tekeli idaresinde enfiye fabrikası bile açılmıştı. Enfiyeye adını veren bu Kani Bey, Sultan İkinci Mahmut'un Kahvecibaşısı olup sonradan Vakiflar Müdürlüğü’nde de bulunan kişidir. Bu tür enfiyeyi kendisi bulduğu için onun adı verilmiştir.

Nargile Icen Kisiler.1900_Photoglob Zurich.jpg

1900'lerde nargile Icen tiryakiler. Kaynak .Photoglob Zurich

Enfiye tiryakileri, kokusunu bozduğu için enfiyeye lavanta gibi kokular katarak terbiye etmezlerdi. Hatta bazıları çiçek suyunu bile kullanmaz, enfiye terbiyesi için yalnız deniz suyu tercih ederdi.
Tömbeki alışkanlığı olanlardan bazıları kahvecilerin hazırladığı nargileyi hemen içmezlerdi. Kollarını dirseklerine kadar sıvar, nargilenin sürahisini, lülesini, marpucunu bizzat oğuşturarak temizler, sürahisine suyu kendi koyar, lüleyi kendi doldurur, kendi ateşler, hattâ bazıları marpuç başlığını ağızlarına değdirmemek için bir kâğıt parçasını bir boru gibi başlığın deliğine sokmuş olduğu halde içerlerdi. Kahvehanelerin çubuklarını içmek istemeyen tütün tiryakileri kendi çubuklarını beraber taşırlardı. Bu gibi meraklılar geçme çubuklar yaptırırlardı. Bu geçme çubuklar birer karış uzunluğunda üç parça çubuğun zıvanalı (İki ucu açık küçük boru) vidalarla birbirlerine eklenmelerinden meydana gelirdi. Lülesi ile imamesi beraber olarak çuhadan bir kese içinde olduğu halde kaput, cübbe gibi elbiselerin altında kaytan (İpek veya pamuktan yapılan sicim) ile belde asılı olarak sallanırlardı. Şairlerden meraklı bir kişi devrin cömertlerinden birinin söz verdiği geçme çubuğu alamayınca şu kıta ile tekrar istemiştir:
Çöp gayriden duhanı (tütünü) içmeziz,
Hasılı ol geçme'den biz geçmeyiz,
Acı tatlı her ne ise kailiz (razıyız),
Yusufî badem çubuğa mailiz (düşkünüz).
Demek ki eskiden geçme çubuklar arasında Yusufi adında bir tür varmış.
Eskiden tîrkeş (ok kabı) denilen orta boy, çubuklar vardı ki bu tür çubukları vezirler ve diğer devlet büyükleri kayıklarda ve özel odalarında kullanırlar ve resmi yerlerde gene uzun çubuk içerlerdi. Afyon'dan börş denilen macun kullanmaya alışanların ekserisi bu keyif verici nesnenin basura ve göğüs hastalıklarına en tesirli ilâç olduğundan bahsederlerdi.

Kaynaklar:
Hayat Tarih Mecmuası: 1967 Nisan sayı 4, 1969 Kasım sayı 11, 1969 Aralık sayı 12, 1971 Mayıs sayı 5.
Bir Zamanlar İstanbul, “Onüçüncü Asr-ı Hicride İstanbul Hayatı” 1922 Balıkhane Nazırı Ali Rıza, Tercüman 1001Temel Eser,

____________________________________________________________________________________

Eski İstanbul'da Kahveler

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 13)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 12)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 11)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 10)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 9)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 8)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 7)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 6)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 5)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 4)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 3)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 2)

Sultan Ahmet Parkı ve İstanbul'un Eski Eserleri (Bölüm 1)

Eski İstanbul (Bölüm 28) SON Eski İstanbul (Bölüm 27)

Eski İstanbul (Bölüm 26) Eski İstanbul (Bölüm 26) Eski İstanbul (Bölüm 25)

Eski İstanbul (Bölüm 24) Eski İstanbul (Bölüm 23) Eski İstanbul (Bölüm 22) Eski İstanbul (Bölüm 21)

Eski İstanbul (Bölüm 20) Eski İstanbul (Bölüm 19) Eski İstanbul (Bölüm 18) Eski İstanbul (Bölüm 17)

Eski İstanbul (Bölüm 16) Eski İstanbul (Bölüm 15) Eski İstanbul (Bölüm 14)

Eski İstanbul (Bölüm 13) Eski İstanbul (Bölüm 12) Eski İstanbul (Bölüm 11)

Eski İstanbul (Bölüm 10) Eski İstanbul (Bölüm 9)

Eski İstanbul (Bölüm 8) Eski İstanbul (Bölüm 7) Eski İstanbul (Bölüm 6)

Eski İstanbul (Bölüm 5) Eski İstanbul (Bölüm 4) Eski İstanbul (Bölüm 3)

Eski İstarbul (Bölüm 2) Eski İstarbul (Bölüm 1)   Nusretiye Camisi

   İstanbul Namazgâhları-6   İstanbul Namazgâhları-5   İstanbul Namazgâhları-4

   İstanbul Namazgâhları-3   İstanbul Namazgâhları-2   İstanbul Namazgâhları-1

   Yeni Cami Hünkâr Kasrı   Cami Alemleri   Sadaka Taşları

   Eb-ced Hesabı ve Tarih Düşürme   Sıbyan Mektebleri

   Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 3)   Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 2)

   Tarihte İstanbul Depremleri (Bölüm 1)


Çeşitli Konular

Bu bölüm çeşitli tarihi konulara yer verilecektir. İlk olarak zaman içerisinde bütün İstanbul'daki tarihi eserlin tahrib olmasına sebep olan "İstanbul Depremleri" yazısı verilmiştir.

© 2011-2019 | H.Veysel Güleryüz